Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
Bu makale şunu açıklayacaktır:
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir). Peygamberimizin zevk ve rahatı sükûtta (susmakta) idi. Dedikoduyu sevmez ve istemezdi. Cenabı İzzet geldi ki: “Söyle! Her ne kadar sana zahmetli olacaksa da. Çünkü halk senin sözlerinden hayat kazanır, ilim hazinesine kavuşur.”
Bundan anlaşılır ki söylemekten daha fazla susmaktan zevk alan kimse bilsin ki Merdan-ı Hüda’dan nasip almıştır. Nitekim Cenabı Mevlana buyurmuşlardır:
Herkes heves-i suhan-furûşî dared
Men bende-i ânem ki hamûşî dâned
Meali: Herkes söz satmak (beğendirmek) hevesindedir. Ben, sükûtu sevenin (Allah’ın ve peygamberin) kuluyum.
Ey dedikodu düşkünleri, uyanın, nasihat dinleyin ve ona talip olun. Batıl sözlere karşı kulağınızı tıkayın, gözlerinizden görme yetisini atın! Pamuk, ser (baş) kulağı içindir. Sır kulağını tıkayıp da ikisini birden sağır etmeyin!
2435
Hissiz (gözsüz), kulaksız, şuursuz olun ki “ircii”1 hitabını duyabilesiniz. Uyanıklık hâlindeki dedikodudan uzaklaşmadıkça uyku hâlindeki sohbetten koku alamazsın. Bizim söz ve fiilimiz dıştaki sırdır. (İçteki) Bâtıni sır, belirtisizdir (his ile anlaşılamaz).
(SAYFA 100) Zahiri (cismani) seyir, kurunun kuru üzerine düşmesidir (iz bırakmaz, bir şey bulaşmaz). Ruhani seyir, deryaya dalmak gibidir. Ömür kuru yollarda geçti, dağda, bayırda, çölde (kuru hevesler uğrunda)…
2440
Sen ebedi hayat suyunu nerede bulacak, deniz dalgalarını nasıl yaracaksın? (Ne haddin?) Haki (dünyevî) dalgalar bizim vehmimiz, düşüncelerimiz, fikrimizdir. Abi (uhrevî) dalgalarsa, mahv (yok olma), sekr (sarhoşluk) ve faniliktir (ölüm-geçicilik). Bu sekr içinde bulundukça ondan uzaksın! O sekre dalınca da bundan nefret edersin. Didar-ı Hakk’a mum olan kimsenin ilme, derse ihtiyacı kalmaz. Söz, kör yolcular içindir, ahmaklara akıl öğretmek içindir.
2445
Âlim ve akıllı kimse sözü bırakır, hatırından ilminden başkasını çıkarır. Bilmediğin kimselerin evlerini bilenlerden sormaz mısın? Nasıldır? Ne biçimdedir? Yüksekliği ne kadardır? Daima onun özelliklerinden sorarsın ve bu sözlerden doymaz usanmazsın. Sonra o eve geldiğin zaman onun vasıfları sana açıkça görünür (derhâl tanırsın).
2450
Gördükten sonra da artık o ev hakkında bir şey sormaya lüzum görmezsin. Çünkü her tarafını açıkça görüyorsun. Bundan sonra söz yerine göz geçer. Bunu candan dinle ve anla! O sevgiliye ulaşıncaya kadar onu bulmak üzere çok sualler sormuştun.
Onunla şereflendikten sonra bu sözlere lüzum kalır mı? Hazreti Musa’nın şerefli sayfaları bundan dolayı çoktu. Çünkü o, Hazreti Muhammet (s.a.v.) gibi sevgilinin yüzüne kavuşmamıştı. Bu sahifeleri altmış deve taşırdı. Çünkü o, didar nurundan perdeliydi.
2455
Hazreti Muhammet’in (s.a.v.) kitabı (mushaf-ı şerif) bundan dolayı kısaltılmıştı ki o Didâr-ı İlahi ile şereflenmişti. O derece kısaltılmıştır ki onu herkes hamail gibi üzerinde taşıyabilir.
Asıl olan sevgilinin yüzüdür. Söz ise asıl olan o yüzün bir neticesidir. Görmek, kabuklu yemişin içi, söz ise kabuğu gibidir. İç, kabuktan kurtulduktan sonra kabuğa lüzum kalmadı diyerek atarlar. Kabuk, iç için lazım ve ondan dolayı kıymetlidir. Yoksa içsiz kabuk bir pula bile değmez.
2460
Önceleri kabuk o içi saklarsa da iç yetişip olgunlaşınca kabuğun, içe perde olmaktan başka işi kalmaz. Artık onun içe örtü olması, birlikte bulunması hoş görülmez. Cevizin içi yetişip de olgunlaştı mı, gayrı onun üzerinde o kabuğun bulunması lüzumsuzdur.
Kabuğu içten ayırmalıdır ki iç gitsin, bal ile karışsın. Daima tatlıya eş olsun. Ondan sonra orada kabuğun yeri kalmaz.
2465
Kabuğun yeri kapı dışında, için yeri de şeker içindedir. Söz kabuktur, surettir. Mana anlaşıldıktan sonra surete (söze) lüzum kalmaz.
(SAYFA 101) Cana karşılık tenin yeri ne olabilir? Can (ruh, akıl) su, ten de su testisidir. Testi su için alınır ve taşınır susuzlar onunla su içsin diye. Testide içecek su bulunmazsa onu taşımak cana ve gönle azap olur.
2470
Söz de böyledir. Hem sıkıntıdır, hem baş ağrısı. Mana ve istenileni belirtebilme açısından değerlidir. Yoksa sence bilinen bir hâli anlatmak isteseler, dinlemek bile istemezsin. Sana ağır bir yük gibi gelir. Bildiğin şeyler hakkında söylenen sözlerden hiçbiri kulağına girmez. Ona dersin ki artık kafa patlattığın yeter, sus! Ne söylenip duruyorsun, sende hiç akıl yok mu? Ben onları senden iyi biliyorum. Niçin anlatacağım diye sözü uzatırsın?
2475
Sesler ve kelimeler, mana anlatmak için söylenir. Boş yere gevezelik etmek için değil. Sakın, diğer mahrumlar gibi sen de böyle bir hazineden nasipsiz kalmayasın. Efendi! Bu sözü kabul et ve iyi sakla! Aklı ermez çocuklar gibi ne vakte kadar kuyuya düşeceksin. Bazen pişman, bazen de perişan olarak elini dişlersin! Bu talep uğrunda canını harca. Harca deyince, başkalarına yapılan bağışlar anlaşılmasın! Bu harcama, kendine yapacağın bağıştır.
2480
Bu bağış her şeyi kapsar, başkasına yapılanlar parçadır. Bütüne sahip olan bütün olur. Bu söz bütündür. Eğer sen gül isen dikeni bırakır, gülşene gidersin. Dostu görmek için göz lazımdır. Her kabukta iyi iç bulunmaz. Sarhoşluk içinde kendimi kaybettim. Benden, ağıza sığmayacak sözleri dinle! Her kim Hak içinse, Hak da onun içindir. İki bir olduktan sonra artık bire iki deme!
2485
Bundan dolayı Cenabı Peygamber efendimiz “Men kâne lilâhi kânellâhu lehu” buyurmuştur. (Tercümesi bundan evvelki satırdadır).
“Ene’l Hak” sırrının sırrı budur. Kendinden külliyyen geç de bunu gör, çünkü bu sırra ne akıl mahremdir, ne de kulak. Bu badeden dudaksız, damaksız, kadehsiz olarak iç! Git, kendiliğinden öl ki ebedi olasın, zahiren ve bâtınen diri olasın.
Ey iyi insan! Hak yolu budur. Canıgönülden yüzünü ondan tarafa çevir!
2490
Ondan başka isteğin kalmasın! Sevgilin, aşığın yalnız o olsun. Ondan bir nefes gaflet ederek başka şeylerle meşgul olma!
Gece gündüz onu candan telep et. Nasıl ki aç olan kimse ekmek kaydındadır, susuz kimse oradan buradan (yana yana) su arar.
Ekmek aşkı, seni candan coşturur ve sana hiçbir şey düşündürmezse, ey ekmeğe, suya sabredemeyen insan! Hallak-ı Cihan’ın ayrılığına nasıl dayanırsın?
2495
Ey bu iki şeyin yokluğuna katlanamayan! Buna tahammül eden o cana yazıklar olsun. Ey bedenin gıdasına sabredemeyen!
Allah’ın güzelliğine, ayrılığına nasıl sabredersin? Ey hayvan gibi cismin gıdası için yolunup böğüren! Ruhun gıdasını niçin candan talep etmezsin? Hayvan değilsen, niçin böyle dünya gamıyla dolusun da din işlerinden uzaksın?
(SAYFA 102) Bir mucize olmadıkça, bu hâl ile sen, rızıklandırana giden doğru bir yol bulamazsın.
2500
Bu talebin, onun yüz katı olması gerekir, gece gündüz aklını, zihnini meşgul etsin! Hakk’ın aşkıyla sürekli kararsız olmalısın. Yemek, uyku sana külliyyen haram olmalıydı. Aşk-ı Hak’tan başkasında ne varsa hepsi yok olacak. İşte sen ancak o vakit rabbanî olursun. Bundan sonra kendini tepeden tırnağa kadar can bil! Çünkü vücudun dinin nuruyla dolmuştur.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.