Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Bu makale şunu açıklayacaktır:
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler. Hak Teâlâ Hazretleri onlara bu zahmet sonunda bir rahmet bahşeder. Diğer bir kısmı onlardır ki gece gündüz zahmet çekerler. Çektikleri zahmetten bir fayda hâsıl olmaz, çektikleri zahmet yanlarına kalır, namaz kılsalar zevk duymazlar, Kur’an okusalar Kur’an onlara yüz göstermez (Mana ve ayrıntısını düşünmeden papağanvari okurlar). Belki Kur’an onlara lanet eder. Cenabı Mustafa aleyhisselam buyurmuşlardır: “Rabbü nale’l-Kuran ve’l-Kuran yel’anehu” Meali: “Çok Kur’an okuyan var ki Kur’an ona lanet eder.” der.
O zevksiz okuyuş yüzünden lanete mazhar olurlar. Diğer bir kısmı da onlardır ki zahmetsiz, ibadetsiz, gayretsiz ve isteksiz daimi şahitlik içindedirler. Nasıl ki peygamberlik de amelsiz ve isteksiz vücuda geliyor, bunlar o mertebeye varmışlardır ki Hak Teâlâ Hazretleri onlara âşık olmuştur. Dördüncü kısım da onlardır ki tabiatlarında esasen maya yoktur. Ruhlarının Hakk’la bağları yoktur. Bunların alametleri odur ki Hüda yolunda bir türlü izleri ve amelleri yoktur. Kendilerini tembelliğe bırakırlar. Bu gurup görünüş itibariyle istek ve amelden kurtulmuş olan kutuplara benzer. Lâkin onlarla kim beraber olabilir ki? Onlar son dereceyi bulan büyüklük ve azametten dolayı amelden kurtulmuşlardır. Bunlar ise son derece bedbahtlıkları yüzünden bu atalet hâline düşmüşlerdir.
Bu dört suret, bir tanesinde yüzük saklı olan dört yumruk (avuç) gibidir. Bakalım yüzük hangisinde çıkacak.
Biri ibadet zahmetlerine katlanarak mükâfata nail olur, biri de gece gündüz zahmet çeker, eline bir şey geçmez. Dünyada ona, çektiği keder ve mihnetten başka şey nasip olmaz. İki cihanda da onun nasibi mihnet çekmek, gizli, açık gam yemektir. Diğer biri daha vardır ki zahmet ve mihnet çekmeksizin ansızın ayağı bir defineye gider.
2870
Çabasız, emeksiz bir mala kavuşur, alışverişsiz bir kâra konar. Âlem hazine aradığı hâlde, hazine de daima onu arar.
Herkesin talep ettiği bu hazine, onun candan isteklisidir. İstediği, isteyen olmadan, kendini arar, istekli gibi akşam sabah onu takip eder.
(SAYFA 117) O, gayretsiz, ibadetsiz, vasıllardan olmuştur. O her ne isterse, istemeden meydana gelir.
2875
Biri de o tembeldir ki cahillik ederek iteate sırt döner. Tembellikten dolayı sürekli boş (ibadetsiz) oturur, itaate meyletmez.
Yiyip yatmaktan vücudu hayvan gibi zindedir. Bu iki şeyden başka kaygısı, düşüncesi yoktur. Bu, Cenabı Hak’tan hiçbir nasip alamaz, ebediyen ondan uzak kalır. Bu dört türlü taife, birinde yüzük saklı olan dört yumruğa benzer. Yüzük hangisinde ise, ona itimat eyle!
2880
Gerçi bunların dördü de birbirine benzerler. Fakat bu benzeyiş yalnız sayı açısındandır, sır açısından değil. Yumruk (avucun kapalı olması) içinde yüzüğün bulunduğuna delil olamaz, işaretlere kimse yol demez. Yumruktaki nakış da (parmaktaki yüzük izi de) yüzük anlamına gelmez. Nakşa aldanan, aldanır. Yumruktan murat, dış görünüştür. İçinde saklı bulunan yüzükten kasıt da temiz sırdır. Sırla dolu görüntü, mesnevi nazmı gibidir. Manevi ruhu olan, ne sırlar duyar.
2885
Bu nişanları bırak da nişansız git! Hatemü’l-Enbiya’nın muhabbet mührünü kalbine bas, içine yerleştir! Tâ ki o sevgi sana rehber olsun. Sana o kapıyı onun muhabbetinden başka kim açar? Dünyada aşk gibi rehber yoktur. Yer ve gökte ona benzer bir şey bulunmaz. Git, aşk atına bin de sür! Tâ ki yüz yıllık yolu bir anda gidesin. Hak âşkı sana kanat bağışlar, yükseklerde uçar, Mesih gibi dördüncü semayı geçersin.
2890
Ey yol arayan! Yârin aşkı rehberdir. Onu tut! Sürekli ondan söz et! Yazık o cana ki aşktan mahrumdur. Yuh o imana ki gıdası aşk değildir. Ey oğul! Görür göz aşktır. Gözsüz olan kimse hayır ve şerri görüp seçemez. Gözü olmayan, güzeli çirkinden ayırt edemez. Aşkın, Cibril gibi, pek çok kanatları vardır. Sana delil olarak delille emin olmak istediğin şeyin bizzat kendisini getirir.
2895
Ruhu göklerden geçirerek vahdet sofrasına götürür, misafir eder. Eğer bahtın var ve sana yârsa aşk iste! Âlemde aşk sözünden başkasını ağzına alma! Bil ki yer ve gök, insan ve cin, bütün varlıklar aşktan doğmuştur. Hepsini Hak Teâlâ Hazretleri aşktan, istekten vücuda getirmiş, yoktan var etmiştir. İyi kötü her şey, Hakk’ın ilminde saklı idi. Aşk olmasa nereden vücuda gelecekti?
2900
Cenabı Yezdan, yerde gökte ne varsa cümlesinin vücuda gelmesini diledi. Eğer burada, bu aşk, bu talep olmasaydı dünyada hiçbir şey vücuda gelmezdi. Gerek yüce, gerek alçak hiçbir şey mevcut olmaz, her şey yokluk âlemi içinde kalırdı. Ey dost! Bil ki (istek) talep aşkın bir parçası, o ummanın bir damlasıdır. Talep parçadır. Onun bütünü aşktır. Aşk bir gülşen, talep, o gülşenden bir güldür.
(SAYFA 118) Yıl, ay, gece, gündüz (her vakit) aşka talip ol ki zahmetsiz rahat ondadır.
2905
Aşk, bütün zevklerin özü ve ruhudur, bütün yanışların ve arzuların aslıdır. Eğer dikkat edersen görürsün ve anlarsın ki aşk, sevgilidir. Bunları ayrı ayrı iki şey kabul etmezsin. Eğer aşkın yoksa iyi bil ki ölüsün, saf değil, baştanbaşa tortusun. Eğer sende aşk varsa, şüphe etme ki aşkın kendisisin, ikilikten geçerek bir olmuşsun demektir. Her kim burada kendinden tamam geçerse orada Hüda’ya kavuşur.
2910
Gerçi Cenabı Hak, olgunluk, fazilet ve cömertliğinden ruha kendi vücut bahşetti. Fakat sen ondan daha başka şeyler iste! Onun lütuf ve ihsanı bitimsizdir. Bu hareket tarzı üzere yedinci bâtına kadar giden kimsenin yeri yedinci kat sema olur. Yedi tabirini Cenabı Peygamber buyurduğu için kullanıyorum. Yoksa saf ruh, öyle bir cihana gider ki ucu bucağı yoktur. Bu mertebeler onun yanında ilme nispetle ebcet kalır.
2915
Bu manalar, o sırrın birer sureti, birer temsilidir. Yoksa o seyirde enbiya da hayrette kalmışlardır. Cenabı Peygamber efendimiz buyurmuşlar ki: “Zidni hayreten” yani “Benim hayretimi artır! Zahiri hisleri bırak da bunu canınla dinle! Bâtın ne demek? Orada ne bâtın var, ne zahir. O âlem lütuf ve kahır gibi şeylerin de üstündedir. Sınırın ve sayının orada yeri yoktur. Kendinden kurtulan oranın tahtsız padişahıdır. Eğer anladıysan gök, budur. Buradaki seyir, cisimsiz olur.
2920
Hak erleri, böyle bir çerh üzerinde bulunurlar, burada her birinin ayrı makamı ve ayrı mertebesi vardır. Her kim daha yükseğe çıkarsa mertebesi de o derece artar, kimin me’vası (cennet) yedinci kat semada olursa o, zamanının kutbu olur. Bunda şüphe yoktur. Sayıdan kurtularak birliğe kavuşur. Böylece baki kalan tabakaları yokla! Hepsinde de onun (kutbun) nurunun ışıldadığını görürsün. O tabakalarda parlayan, güneşin nurudur. Fakat padişaha güneşin nuru nasıl layık olur?
2925
Padişah, Hakk’ın nurundan başkasını istemez. Felek üzerinde onun gıdası o nurdur. Suret olan gök, çaba içindedir. Manevi gök, çabadan münezzehtir. Suret göğü fani, manevi asman bakidir. O, can gibidir, ona nispetle bu, ten değerindedir. Can kalır, ten geçer gider. Dünyada suret, mana içindir. Tâ ki mana o suretten bilinsin.
2930
Mananın yüksek derecesi gözlerden gizli idi, suret onu haber vermek için var edildi. Bu gök, o göğün yüksekliğini anlatmak için yüksek yaratıldı. Bu zemin de ondan dolayı engin yaratıldı ki ona bakarak enginliğin, alçaklığın fenalığı bilinsin.
(SAYFA 119) Bu alçaklık o alçaklığın kaynağıdır. Aklın varsa, gözünü aç, gör! Hüda, “kenz-i mahfi”1 idi. Cihanı yarattı ki yaratan, yaratılanlarca bilinsin.
2935
Ey aziz, bu sözün nihayeti gelmez. Gene yüzlerin takdirine devam et! Sözlerin sayısız yüzleri olursa, onu inşa eden (söyleyen) insanın sayısız yüzleri nasıl olmaz? İnsanın sonuncu yüzü “ehad” sırrıdır. Bütün yüzler onun perdesidir. Hepsi aradan kalksın, o vakit kendini perdesiz olarak görürsün, canından, cisminden her şeyden geçersin.
2940
Senin canın da onun üzerine perde gibi engel olur. Can bir kabuk gibidir, özü canandır. Senin yaradılışındaki esas amaç da o özdür. Kabuğu at da gıdaya koş! Tâ ki içinde bir nur göresin ki kavrayış ve aklın, cisim ve canın, onunla hayat bulsun. Böyle ararsan kendini bulursun. Ondan sonra ne artık, ne eksik hiçbir şeye bakmazsın. Böylece kendini buldun mu Hüda’yı buldun demektir. O, Hüda ki nuru yeri ve göğü doldurmuştur.
2945
Bu cihanın ve bu canın ayakta durabilmesi ondandır. Ne mutlu o cana ki bu sırdan koku duyar. Gülün talibini güle, kokusu eriştirir. Eğer sen de o parçadan isen tam akla (aklı külle) erişirsin.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.