Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Bu makale şunu açıklayacaktır:
Bir şeyhe el vermek büyük bir iştir. Musa aleyhisselam, o kadar azamet, nübüvvet ve Cenabı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği bu kadar mucizeleriyle Hızır aleyhisselam’ın sohbetine talip oldu. Eğer Hızır’ın sohbetinde kendi gördüğünden yüz bin kat fazla ve belki daha ziyade hâller olduğunu açıkça anlamasa o sohbeti candan temenni eder miydi? Duası kabul olup da onun hizmetine erişince sohbetine tahammül edemedi. Nihayet, ondan yüz bin hasretle ayrıldı. O ayrılığın dağı Musa aleyhisselam’ın canında ebediyyen kaldı.
Cenabı Kelim bir gece ateş arıyordu, çünkü ateşin varlığına büyük ihtiyacı vardı. Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri, yer ve göğün nakışlarından birinin biçimiyle temsil edilir, yanlarında beliriverir.
3790
Nasıl ki insanlar bu nakışları rüyada görüyorlarsa gönüllerine gelen şeyler -gerek gam gerek mutluluk- rüyada resimleniyorsa seçkinlere de yakaza (uyanıklık) hâlinde de açıkça görünür. Mana nuru onlarca suret olur (maddileşir), bununla dereceleri artar. Hazreti Meryem’in Cenabı Mesih’e hamile olduğu esnada Ruhu’l-kuddüs’ün yakışıklı bir genç suretinde görünmesi bundandır.
3795
Lut aleyhisselam’a gelen melekler de sakalı, bıyığı yeni bitmiş delikanlı şeklinde görünmüşlerdi. Hazreti Lut’a demişlerdi ki: “Cihan halkına görünmeyen bizler yalnız sana göründük ki bu aşağılık kavmi kahretmekle görevliyiz. Baştanbaşa cümlesini birden yok edeceğiz.” İşte bunlar gibi. Cenabı Hak kendi sanatını gerek rüyada, gerek uyanıkken nakışlarda gösterir. İlahi sanatın ucu bucağı yok. Asayı yılan etti. Böyle ki:
3800
Birine (Hazreti Musa’ya) vefalı dost olan asa, diğerine (Firavun’a) zehir oldu. Birine gülşen, diğerine ateş oldu. Düşmanlara karşı keskin kılıç, dostlara karşı sevilen gül bahçesi oldu. Konumuza gelelim; o zaman Musa aleyhisselam ne hâldeydi onu anlatalım. (Medyen’den Mısır’a dönüyordu.) Gece şiddetli karanlık, eşi hamile, ışığa şiddetle ihtiyaç vardı. Sıkıntılı bir hâlde ışık arıyordu. Issız çölde kimse yoktu, bu ıstırapla sağa sola koşuyordu.
3805
Bu esnada bir ağaç ateş suretine bürünerek Musa aleyhisselam’a göründü. Bu vesileyle Cenabı Musa halikına kavuşuyordu. Hemen ağaca doğru koştu. Bu ateş ona bir padişahlıktan daha kıymetli göründü.
(SAYFA 151) Cenabı Hak Hazreti Musa’ya kendini o ağaçtan gösterdi. Onunla vasıtasız olarak konuştu. “Elindeki nedir?” Dedi: “Asadır.” Allah’ın emriyle bırakınca asa ejderha oldu. Tekrar buyurdu ki: “Elini cebine sok, ayıptan geç, gayba yönel!”
3810
Hemen elini cebine soktu, gönlünü sıdkla Hakk’a yöneltti. Sonra buyurdu ki: “Elini cebinden çıkar, tâ ki dolunay gibi parlasın.” Çıkardığı zaman elinin içi öyle parlıyordu ki güneşin nuru gölgede kalırdı. Güneşin nuru ondan utanır, köleliğini candan kabul ederdi. Daha bunlara benzer birçok mucizeler bahşederek onu memnun etti, üzüntüden sıkıntıdan kurtardı.
3815
Bu kadar büyük lütuflara eriştiği hâlde Cenabı Hakk’a dua etti ki: “Ey Rabb-i Kerim’im! Bana Hızır’ı bir defa göster! Bu gamlı gönlüme merhamet buyur!” Eğer Hızır’ı görmek mühim bir iş olmasaydı, bu kadar bağışa eriştikten sonra Cenabı Hak’tan onu yalvararak ister miydi? Ona kavuşmayı bu derece arzuyla ister miydi? Birçok feryat ve niyaz ve yanıp yakılmadan sonra Cenabı Hak, hâline merhamet etti.
3820
Buyurdu ki: “Halktan uzak ol, usanmadan yaya olarak yoluna devam et! Ey seçkin kahraman, bu yolda yoldaşsız olarak tek başına devam et. Tâ ki seni yalnız olarak görsün, senden yüz çevirmesin, seni güler yüzle karşılasın.” Öyle yaptı, kendi kavminden kaçtı, o maksat uğrunda her şeyi feda etti. Nihayet birçok dert ve sıkıntıdan sonra arzuladığına kavuştu.
3825
Cenabı Musa Hızır’ı bulunca başından büyüklüğü attı (tevazuyla hareket etti). Gerçi evvelden beri varlığından soyunmuş, varlığından fani olmuştu. O’nun varlığı yanında da tamamen yok oldu. Cenabı Hak ona can kaynağından varlık verdi. Gençlikte iken hâli tamamıyla değişmişti. Bütün işleri tamamen Allah tarafından kolaylıkla gerçekleşirdi. Talep edilen böyle bir varlıktan dolayı o cisim, mutlak can olmuştur.
3830
Kendinden geçip de onda fani olunca, onun nurundan ona varlık verildi. Hızır aleyhisselam onu görünce uzaktan seslendi, o seyirden ona birçok işaretler verdi. Ona ilk önce onun hâlini söyledi. Nasıl olduğunu ve bu sohbeti Hak’tan ne amaçla istediğini anlattı. Musa aleyhisselam’ın bu husus için yaptığı dua ve yakarışları haber verdi. Cenabı Musa’nın Hızır hakkındaki kanaati kat kat kuvvetlendi. Hızır’a dedi ki: “Size köle olmak, ömrümün sonuna kadar hizmetinizde kalmak istiyorum.
3835
Gece gündüz, seferde huzurda sizinle bulunayım, başka bir kimseyle oturup kalkmayayım. Ben kavim ve kabilemi terk ettiğim gibi ümmetimi, yârânımı, işimi gücümü, her şeyi bıraktım. Ne riyaset isterim, ne ticaret, ne de âlemde sensiz yaşamak.”
(SAYFA 152) Hazreti Hızır, şefkat ve muhabbetle dedi ki: “Ey Kelîm, ayağını yorganına göre uzat! Cenabı Hak duanı kabul buyurdu, seni bize ulaştırdı.
3840
Muradın yerine geldi, fazlasını isteme, memleketine geri dön! Tâ ki o cemaat imamsız (başsız) kalmasın. Dönüp de vardığın zaman, bizden de onlara selam götür! Mademki Hak Teâlâ muradını verdi, mabudun isteğini kabul buyurdu, geri dön! Sen de, ümmetinin muradını ver, herkesin üzerine hikmet yağmuru yağdır! Çünkü bulut gibi deryaya geldin, ebedi inciler al, götür!
3845
Herkese hikmet yağmuru yağdır, tez ol! Tâ ki kolaylaştıran (Hak cc.) her dikene bir gülizar versin. Tâ ki herkes kendi isteğine ersin, sevdiğine şükretsin. O halkı yarı yolda bırakma! Can güneşinden onlara nur getir! Tâ ki herkes senin nurunla yollarına devam etsin. Senin madeninden cevherler alsın. O müminler senin sofrana muhtaçtırlar. Sofranı döşe ki herkes o nimetten faydalansın.
3850
Vuslatınla halka hayat bahşeyle! Yaralardan merhemini esirgeme! Sadakat meyvelerini ham bırakma! Onları pişir (kemale erdir). Senden istediklerini alsınlar! Ey doğruluk yolunun önderi, o grubun sevgilisi ve arzusu Hüda olsun! Halk, koyunlar gibidir, onların çobanı sensin! Onları can merası tarafına götürecek sensin! Onlar senin risaletini kabul etsinler diye Hüda, seni bu tarafa peygamber olarak gönderdi.
3855
Seninle yüce ve alçak anlaşılsın, herkese Hak tarafına giden yolu gösteresin halkın mertebeleri senin vasıtanla belli olsun diye. Bir kuvvetli, güçsüz ve bir zayıf yüksek olsun, herkese sadakatine göre mükâfat erişsin, herkes penceresine göre güneşten ışık alsın diye. Sadakat, pencere; ruh, hane gibidir. Herkes penceresine güneşten feyz alır. Bu mertebeler senden (senin vasıtanla) meydana gelecek, güzel çirkin senin nurunla meydana çıkacaktır.
3860
Sen sadakat paralarının mihengi olacaksın. Kötülerin adını aşk levhasından sil! Defterine sadıkları kaydet! Münkirleri defterinden sil, kapından sür! Sen ışıksın! Güzel, hırsız, iyi, kötü, temiz ve murdar senin nurunla meydana çıkacaktır. Senin Hakk’a karşı kulluğun bundan ibarettir. Gücün yettiği kadar buna devam et. Hak Teâlâ seni, senden mucizeler meydana gelsin diye yarattı.
3865
Seni kabul ederek sana ümmet olan, Hakk’ın kabulüdür. Seni kabul etmeyen, ebediyyen reddedilmiş olur. İki âlemde de hakir olur ve emellerinden mahrum kalır. Sana vefa eden cennete, cefa eden cehenneme girer. Âlemde asıl maksut senin rızan olur. Taatlerin en yücesi sana karşı yapılan vefa olur. Senin gönlünden başka yere Hüda bakmaz, Hakk’ın rızası senin rızana bağlı olur.
3870
Sen her kimi seversen, Hak Teâlâ da onu sever, kimi reddedersen, o Hakk’ın reddettiği olur.
(SAYFA 153) Sensiz, Hakk’ın kabulü de olmaz, reddi de. Hak yanında sensiz ne iyi olur, ne kötü. Hakk’ın gözleri sürekli sana çevrilidir. Bu O senin yanında daha sevgili olana ve sen de onun yanında daha sevilen ve sevgili olana kadar böyledir! Çünkü reddedilmiş olursan gazaba uğrarsın! Sen olmazsan, cihandan münezzeh olan Hak, iyi ve kötünün muhabbetinden yüz çevirir.
3875
Her kim Hakk’ın seyrettiği olmak isterse senin eteğini tutar, yanından ayrılmaz. O, sana candan sevgili olmadıkça dünyada Hakk’ın sevgilisi olabilir mi? Her kim sana yâr olursa, Hakk’a yâr olur. Hakk’ın nurları ve sırlarının hazinesi olur. Hakk’ın yüzü, sana karşı olan yüze karşı olur, yazıklar olsun o cana ki senden ayrı düşer.” Hazreti Musa cevaben dedi ki: “Dedikleriniz hep doğrudur. Fakat gönlümde öyle bir aşk uyanmıştır ki
3880
yaşamı idare etmeyi bilmez, yanında iyiyle kötünün farkı yoktur (öğüt kabul edecek kabiliyette değil). Aşığa göre cennetle cehennem eşittir. Aşkının yanında iki âlemin de kıymeti yoktur. Âşıklar, can ve başa tere yaprağı kadar kıymet vermezler. Himmetleri önünde dünya bir saman çöpü gibi kalır. Belki zararı kâra tercih ederler, semender gibi ateş içinde yer tutarlar. Âşıkların hepsi de belayı istirahata tercih etmişlerdir, kendilerinden geçmişler, uyku ve yemekten kesilmişlerdir.
3885
Onların haraplıklarında abideler, fakirliklerinde bağışlar vardır. Âşıklara göre köle ve hizmetçiler ayak bağı sayılır, atlas ve süslü ipeğin eski püskü elbiseden farkı yoktur. Onların canı fitne ve şer ister, kılıçları kan deryası içinde olmalıdır.
Onların kalbine korku yol bulamaz, canlarına Hak’tan başka vakıf olan yoktur. Ben, sana görmeden âşık idim. Kıyas et ki gördükten sonra ne hâle geldim.
3890
Şekere tadını tatmadan âşık olmuştum. Tattıktan sonra aşkım daha ziyade oldu. O kimse ki senin namını işitmekle tuzağına düşmüştü. Artık o şimdi o tuzaktan kurtulmak istememektedir. Gözleri senin gül gibi yanaklarını, lâl gibi, inci saçan dudaklarını gören kimse, nasıl zülfün gibi perişan, ayrılığınla gamlı ve inleyip duran olmaz? İmkânı yok senden ayrılmam. Allah aşkına! Bana ayrılıktan bahsetme!
3895
Eğer bana hizmetinizde bulunmaktan yüz bin zahmet gelecekse, bence o zahmetlerden her biri yüz bin nimete eşittir. Eğer bu cüretimden dolayı başım ve sırrım gidecekse, ben bu zararı yüz ticaret karşılığında almaya razıyım. Sen güzellik deryasısın, güzeller senden bir damla, iki âlem güneşinden bir zerredir. Bu zayıf miskinin gönlüne merhamet eyle ki ayrılığınla daha acınacak hâle gelmeyeyim.
3900
Eğer tane toplayan karınca gibi senin lütfunun harmanından ambarımı doldurursam, haydi, söyle! Harmanından ne eksilir? Bana karşı gösterilen bu derece hayal ne oluyor? Cömertlik deryasısın! Bu imsak nedir? Sert söylüyorum, terbiyesizlik ediyorum.
(SAYFA 154) Fakat aşkının seli ruhumda edep namına bir şey bırakmadı. Mecnun oldum, edebi bilmiyorum. Edepsizsem de seninim, edepli isem de. Altın isem de gümüş isem de senin madenindenim.
3905
Sen benim canımsın! Ben cansız nasıl yaşarım. Şimdiki katre hâlim, ayrılığınla derya olur. Benim hayır ve şerrimden geç (kusuruma bakma)! Beni öldürsen kanımı talep edecek kimse yoktur.” Bu şekilde pek çok yalvardı, ağladı. Nihayet Hızır aleyhisselam ona acıdı. Gördü ki kendine olan muhabbeti uğrunda her bir şeyi feda ediyor. Onu kabul etti. Bunun da ona sevgisi düştü. Sertlik ve şiddeti bırakarak ılımlı bir tarzda konuşmaya başladı.
3910
İki yoldaş Hakk’ın şarabıyla sarhoş olarak sefere çıktılar. Bu iki sultan emr-i ilahiye tâbi olmuş bir vaziyette bir müddet yoldaşlık ettiler. Geniş bir derya kenarında gayet büyük bir gemi gördüler. Büyük olduğu kadar da sağlam ve heybetli bir gemi idi. Hiçbir denizde eşi görülmezdi. Eni boyuna uygun, adeta bir şehirdi. Kenarına yüz deve oturabilirdi.
3915
Sürülerle atı barındırabilir, dağı yüklesen saman çöpü kadar gelmezdi. Öyle heybetli gemi dünyada ne görülmüş ne de işitilmişti. Hızır aleyhisselam onu baltalamaya başladı. Gemiyi tahrip etmek üzere candan uğraşıyordu. Gemiyi baştanbaşa delik deşik etti. Acele acele durmadan balta sallıyordu. Gemiyi harap bir hâlde gören Musa aleyhisselam hiddetlendi, pek üzüldü.
3920
Hızır’a dedi ki: “Bu yaptığın iş ne akla sığar ne de şeriate. Böyle hareket kimseden sadır olmamıştır. Sen sırat-ı mustakim ehli olduğun hâlde senden bu yanlış hareket nasıl gerçekleşiyor? Eğer bunu yapan bir cahil olsaydı, onu diri diri toprağa gömerdim. Şüphe yok ki bu iş şeytani bir harekettir. Rahmani olan bir kimse bunu nasıl yapabilir?” Hızır dedi: “Efendim! Ben sana evvel demedim miydi ki sen benimle yoldaş olamazsın.
3925
Anlaşmamış mıydık ki benim işlerimi inkâr (itiraz) etmeyecektin. Benden iyi, kötü ne gerçekleşirse, hepsini iyi görecektin. Benim küfrüm senin yanında iman olacak, cisim de olsa onu can diye kabul edecektin. Bu şartı yerine getirmedin ki benim fiillerim ve hareketlerimi eleştirmeye başladın. Benim gayba bağlı işlerimde ayıp ne gezer? Sen benim cebimi bile koklamamışsın.
3930
Onda ne miskler, ne amberler doludur. Can deryasını güzel incilerle ağzına kadar dolu bil! Yazık ki görüntüde kalmışsın! Ondan dolayı merdan-ı Hüda’nın sırrını umursamaz bulunuyorsun. Gerçi o zahirde Hakk’ın ilmidir. Fakat benim temiz sırrım ondan uzaktır. Bu yola süluk etmeyene göre o yol iyidir. O, ilacını suda arayan bir susuzdur. Ama o kimse ki câma ve şaraba âşıktır, şarapsız ölü, şarap ile diri ve sarhoştur. (SAYFA 155)
3935
Gerçi cümle eşyanın hayatı sudandır, fakat aşığın canı şaraptır. Başka şeyden hayat bulamaz. Âşık şarap içer, ama dudaksız ve damaksız. Onun sarhoşluğu da Hakk’ın güzellik ve letafetindendir. Öyle olmamışmıydı ki Mısırlı kadınlar Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı.1 Turunç ile eli fark edememişlerdi de o nadide güzellik karşısında ellerini kesmişlerdi.
Güzellik şarabı insanı böyle mest eder, yerle göğü fark edemeyecek hâle getirirse,
3940
Hakk’ın güzelliğinden doğan aşkın şarabı âşığı nasıl kendinden geçecek derecede sarhoş etmez? Eğer âşıksan, aradaki farki kıyasla anlarsın. Gönül ehli isen iyi dikkat et! Aşığın canı kadeh, Hakk’ın güzelliği de şaraptır. Âşık böyle sarhoşluktan harap olur. Halk, sudan hayat alır, o şaraptan. Ona o meyden daha hoş bir şey yoktur.” Musa aleyhisselam dedi: “Ben bu işte hata ettim, fakat verdiğim sözü unuttum hoş görün.
3945
Ettiğim itirazdan, meydana gelen kusurumdan tövbe ettim, büyüklük ederek affedin! Ey kerem sahibi, bu, ilk günahımdır. Hak Teâlâ kullarının tövbesini kabul ediyor. Şüphe yok, siz de Hüda’nın ahlâkıyla ahlâklanmışsınızdır. Affedin de beni şu gam yükünden kurtarın!”
Musa aleyhisselam bunlara benzer daha birçok rica ve istirhamlarda bulundu. Nihayet o hoşgörü sahibi merhamet etti. Oradan geçerek gene yollarına devama, yine şahın sohbetini aramaya koyuldular.
3950
Birbirlerinin sohbetinden memnun olarak bir müddet yolculuk ettiler. Hazreti Musa Hazreti Hızır’dan her gün birçok şeyler öğreniyor ve yararlanıyordu. İnişte de, yokuşta da ondan birçok esrar dinliyordu. O iki şah bir müddet gittikten sonra yolları bir köye uğradı. Orada kara gözlü, kırmızı dudaklı, ay parçası gibi güzel,
3955
biricik inci gibi dilber, benzerine az rastlanır, on yaşlarında bir çocuk gördüler. Cenabı Musa o güzelliğe hayran kaldı. Çünkü çok çok güzel idi. Hızır, gitti onu çocukların arasından çağırarak aldı. Tenha bir yere götürdü. Halktan uzaklaştı, halkın gözünden kaybolunca hemen çocuğun elleriyle ayaklarını bağlayarak cellat gibi, yere yatırdı.
3960
Belinden hançerini çıkardı, çocuğu bir kuzu boğazlar gibi boğazladı. Musa aleyhisselam bunu görünce feryat etti: “Allah aşkına! Bu ne kadar zulüm! Masum bir çocuğu böyle öldürmek yakışır mı? Ey kardeş! Din ehlinden Hüda bu zulmü uygun görür mü? Bu suçu haklı görecek kimse yoktur. Böyle bir suçu hiçbir dinden çıkmış, yapmamıştır. Bu iş soğuk dedikçe soğuk (çok çirkin, çok feci).”
3965
Hazreti Kelîm, hiddetle dolmuş olarak Hızır aleyhisselam’a buna benzer bir hayli suçlamalar yağdırdı. Bunları dinleyen Hızır, baktı ki Musa aleyhisselam’ın hiddeti çok fazla. Tatlılıkla dedi ki:
(SAYFA 156) “Sana evvelinde demedim miydi ki beni bırak. Benim sohbetime tahammül edemezsin, kendi şehrine git! Bu kadar görmek sana fayda verir, daha fazlasına tahammül edemezsin! Ben sende bu inkârı, gülşenindeki bu hastalığı görüyor ve biliyordum.
3970
Senin hâlinden evvelden haberdar idim. İçerinde gerek hayır gerek şer ne bulunduğuna vakıftım. Sen kendinden bu kadar haberdar değildin, fakat yoldaşın senin hâlini biliyordu. Senden mahşere kadar neler sudûr edecek, belki ondan sonra da neler gelecek hepsini biliyorum. Açık, kapalı hiçbir şey benden gizli değildir. Eğer o sırlardan senin haberin olsaydı, benim peşimde oraya buraya ne koşup gezecektin?
3975
Eğer benim sözlerimden senin de haberin olsaydı kendi memleketine avdet ederdin. Her ne söyledimse canıgönülden kabul edecektin. Tâ ki Cenabı Hak’tan birçok hayırlar elde edecektin. Musa aleyhisselam ayıktı. Baktı ki Hızır’la arası açıldı. “Elif” harfiyle “dal” harfi gibi görünüşte ayrı düştüler. Hızır, kendinden bir düşman gibi uzak duruyordu. Kendisine olan meyl ve muhabbeti tamamen yok olmuştu. Musa aleyhisselam kendinden ve yaptığı işten utandı, fena hareketine tekrar pişman oldu.
3980
Hızır ona dedi ki: “Bu kadar yoldaşlık yeter! Çünkü sen de o uyum oluşamayacak. Bu vesvese, bu imtihan ne vakte kadar sürecek; bu dedikodu, bu tartışmaların sonu gelmeyecek mi? Allah aşkına git, bizi kurtar, sohbet ağacını kökünden çıkar! Hazreti Musa rica etti ki: “Allah rızası için, beni böyle bir devletten mahrum etme! Ey bağış ve cömertliğine bir son olmayan! Evvelki gibi bu ikinci kusurumu da affet!
3985
Eğer böyle bir kusur daha işlersem, benim gibi bir miskinle bir daha bağ kurma! Ondan sonra itiraz da etmem, senin ayrılığınla erimeye razı olurum. Eğer bu yoldaşından üçüncü bir hata daha meydana gelirse, özrünü kabul etme, yanından kov! Ben özür silahını elimden bırakıyorum. Bundan sonra ne isterseniz razıyım. Ne emrederseniz muhalefet etmeyeceğim, işte özür kılıcını kınına koyuyorum.”
3990
Acz ve zillet içinde bu vadide birçok sözler söyledi. Kusurunu itiraf etti. Hızır’ın gene yüreği acıdı, lütfuyla ona bu defa da yâr oldu. Gene dost, ahbap ve yoldaş oldular, gene gönülden Hakk’a talip oldular. Bir müddet, bal ile kaymak gibi birbiriyle candan söyleşerek yola koyulup gittiler. Olacak ya! Bu seferde de birkaç gün yiyecek bulamayarak aç kaldılar.
3995
Açlık sıkıntısı haddini aştı, dağda bayırda çaresiz kaldılar. Açlık o derece şiddetle etkili oldu ki leş yemek bile hoş görülür oldu, hatta vacip durumuna geldi. Çünkü şeriatin sahibi böyle anlarda leş yemeye müsade eder.2Ölüm korkusu vardı, güçleri kalmamış, nefisleri isyan edecek hâle gelmişti. (SAYFA 157)
3999
Zikirden, fikirden, ibadetten kalmışlar, ölümle yüz yüze gelmişlerdi.
4000
“Kâde’l-fakru en yekûne küfran” (Fakr ile küfrün arası pek yakındır.) sırrı ortaya çıkmış, o geniş kırlar, sahralar daralmış, bunları sıktıkça sıkmıştı. Bu iki kutup bu hâlde büyük bir şehre geldiler. Orada biraz dolaşarak canlarını kurtaracak bir lokma aradılar. Şehir halkı yemek vermek istemedi. İki yoldaş açlıktan şuraya buraya dolandılar. Birçok kişiden yardım istediler. Hiçbir kimse bunlara bir dilim ekmek vermedi. Çünkü tabiatlarında cimrilik vardı.
4005
O şehir halkının bu pintiliği o zamandan beri daima dillerde anılır. Sonra bu iki yolcu aç ve bîilaç olarak şehri terk etmeye karar vererek yola çıktılar. Mahallelerden geçerken bir konak gördüler ki şehirde bir daha benzeri yoktu. Fakat duvarının biri “dal” (dal harfi) gibi eğilmişti, Hızır onu “elif” gibi doğrulttu. O konağın sahipleri iki yetim çocuktu. Altın, gümüş birçok nakitleri vardı (çok zenginlerdi).
4010
Hazreti Hızır, duvarı doğrulttuktan sonra Allah’tan sabır ve tahammül isteyerek şehirden çıktı sahra yolunu tuttu. Musa aleyhisselam ile el ele tutuşarak yola düştüler. Gidiyorlardı. Hazreti Musa, hiddetini yenemeyerek “İllallah!” dedi. Şikâyet çığlıkları semaya çıkıyordu. “Bu ne hâl? Yeter artık beni öldürdün.” dedi. Evvelki hiddetli maceralara geri döndü. Hiddetinden kendini kaybetti. İradesine hâkim olamadı. Hızır’la gene şiddetle tartışmaya başladı.
4015
Dedi: “Allah aşkına söyle! Sen yol gösteren bir dost musun, yoksa yol kesen düşman mısın? Öyle bir duvar senin elinle doğrulsun da biz şu hâlimizle bir lokma ekmeksiz kalalım, layık mıdır? O iki yetimin hesapsız serveti vardı. Niçin onlardan birkaç altın ücret istemediniz? Birkaç günlük gıdamızı temin eder, hiç olmazsa şu açlığımızı giderirdik.” Hızır dedi: “Biliniz ki bu üçüncü kusurdur. Artık ayrılacağız, gözüme görünme!
4020
Bundan sonra aramızda ayrılıktan başka bir şey yoktur. Bir daha birlik mümkün değil.” Musa aleyhisselam’ın sunabileceği özrü kalmamıştı. Ayrılık acısı yüreğine boyandı. Bir müddet bu dertle kendinden geçti. Yeri ve göğü fark etmez oldu. Hatırında ne sıkıntı kaldı, ne şikâyet. Cefa ile vefa yanında eşit oldu. Musa aleyhisselam, verdiği söze bağlı kalarak ayrılmaya rıza gösterince, Hızır aleyhisselam ona bu defa da başka türlü ihsanda bulundu.
4025
Musa aleyhisselam’a bu ayrılık acısı esnasında öyle bir ruh hâli geldi ki derdine derman istemedi. Artık Hızır’la birliktelikten daha çok, ondan ayrılmak arzusu hâkim olmaya başladı. Sıhhatten ziyade hastalığı arzu eder oldu.
(SAYFA 158) Onun huzurunda duyduğu zevkin yüz mislini, ayrılığında bulmaya başladı. Merdan-ı Hüda’nın armağanı böyle olur. Ayrılıkta da kavuşmada da zevk bahşederler. Ne mutlu o canlara ki onlara kavuşur. O kavuşanlar öyle cihanlara giderler ki benzeri görülmemiştir.
4030
Her an neşe dolu bir cihan. Hüda’nın yeni yeni bahşişleriyle dolu bir cihan…
Hızır ona veda ederken dedi ki: “O yaptıklarım fena değildi (hikmetsiz değildi). Dinle! Tâ ki sırlarını sen de anlayasın, nurum, ilmim ve işlerimi sen de bilesin!
Kâfir bir padişah bir şehre hücum kastındaydı, askerini bindirecek gemi arıyordu. Tâ ki gitsin, o şehri yaksın yıksın, ahalisini denize döksün.
4035
Ehl-i imandan kimseyi sağ bırakmasın. O melunun niyeti bu idi. Gemiyi bunun için kırdım ki müslümanlar katilden kurtulsunlar. O günahsız olarak öldürdüğüm çocuğu da Allah’ın emriyle öldürdüm. O iş de yerindeydi, yolsuz zannetme! Çünkü ben şahidin emri olmadan bir iş göremem. O çocuğun babasıyla annesi ikisi de doğru yoldaydılar (mümindiler).
4040
Her ikisi de takva yolunda ilerleyip gidiyorlardı. Fani dünyadan geçip beka yolunu tutmuşlardı. O çocuk, ahlâkça bunların aksiydi. Bunun için öldürdüm ki doğru yola mani olmasınlar, o yüzden ikisi de hüsrana düşmesinler. O çocuk sırran kâfirdi. Ben bu sırrı açıkça gördüm. Meyveli ağaç üzerinde kesilmesi lazım fena bir daldı, o fena dalı kestim.
4045
Tâ ki diğer dallar neşe ve zevk bulsun, öyle bir engelden tamamen kurtulsun. Duvar işine gelince bunu o yetimlere karşılık bir iyilik olmak üzere yaptım. O duvarın altında bir hazine vardı. İstedim ki duvar yıkılarak hazine meydana çıkmasın. Bunu karşılıksız olarak yaptım. O iki öksüzden nasıl ücret isteyebilirdim ki babaları Hak’tan ebedi mülke ulaşmış salih bir zattı.
4050
Onun evlatlarından, yabancılardan veya düşmandan ister gibi, ücret istemek layık olur muydu? Azadeler için layık olur mu ki böyle şehzadelerden ücret istesinler? Almayı bırak, yüz hazinem olsa onlara verirdim ve buna candan sevinirdim ki Rabbim bana böyle bir hayır yapmayı ilham etti ve başarı verdi diye. Hızır aleyhisselam bu üç hikmeti Hazreti Musa’ya söylediği vakit Hazreti Musa durumu candan kabul etti.
4055
Bunları işitince inkârdan kurtuldu, sıkıntıları çözüldü, gamdan kurtuldu. Sonra her biri ayrı birer yol tutarak ayrıldılar. Musa aleyhisselam Hızır’ın hâline hayran olarak, dönüşüyle müslümanların hâli kurtuluş ve bolluk bulsun, ümmet onun aracılığıyla ilerleyip, takvaları artsın diye memleketine geri döndü.
(SAYFA 159) Bu söyleşiden Musa aleyhisselam’ın derecesi bir kat daha arttı, manevi cihandan çok fetihlere erişti.
4060
Kimse bilemez ki o Hızır’dan daha ne gibi lütuflara nail oldu. Kalbindeki kederler tamamen huzura döndü. Toprak olan vücudu mutlak can oldu, bütün temizlerden daha temiz oldu. Cihanda evvelce övünç duyduğu şeyden (büyüklükten) kurtuldu, silkindi çıktı. Evvelki hâli yeryüzünden idi, son hâli göklerden oldu. Hak erlerinin sohbetine erişen, kendinden kurtulup, derecesi yüz misli artan o kimseye ne mutlu.
4065
Eğer gece gündüz yüz sene namaz kılsan, bütün ömrün zikir ve niyaz ile geçse, belki Hazreti Nuh ömrünce ibadet etsen, nefsin bütün arzularını gönlünden çıkarsan Merd-i Hak ile bir nefes beraber bulunduğunda sana gelen o bolluğa erişemezsin.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.