Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Bu makalede “Ed-dünya mezraatü’l-âhireti” hadisi şerifi ifade edilecek ve tefsir olunacaktır. Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir. Nasıl ki bu dünyada mesela, hayır söyler, vefakârlık eyler, yolunda gidersen, padişahın gönlünde sana karşı hayır biter (muhabbet hâsıl olur), seni huzuruna kabul etmek, rütbe ve makam vermek gibi şeylerle mükâfatlandırır. Eğer şer ve fenalık yapar, hainlik düşünürsen, onların cezası da siyaset, ölüm, hadım etmek gibi şeyler olur. Görüyorsun ki burada ekilen tohumlar (yapılan işler) nasıl mahsul veriyorsa, ahiret amelleri de aynı surette mahsul verir. Bu makalede “men tekaddeme ileyye beşerun tekaddemtu ileyhi bizirâ’in ve men tekaddeme ileye bizirâ’in tekaddemtu ileyhi bi bâ’in ve men tekaddeme ileyye mâşiyen tekaddemtu ileyhi herveleten” hadisi kutsisi de izah olunacaktır. Meal-i şerifi: “Bana bir karış miktarı yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın gelene ben bir kulaç varırım, bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim.”
BEYİT
Dıraht u berg berâyed zi hâk in guyed
Ki hod herçi bekâri tu ra hemân ruyed
Meali: Topraktan çıkan ağaç ve yapraklar şöyle der. Efendi! Ne ekersen, o biter. Bunu muhakkak bil. (SAYFA 192)
4950
Eğer eker biçersen zengin olur, ekip biçmezsen sefil düşersin. Yakinen (kesin olarak) bil ki bu benlik cehennem ateşidir. Bundakileri bilahare anlarsın. Nârı bırak da nur tarafına git, matemden geç, şen ve mutlu olmaya bak. Tâ ki bu varlık dikeni tamamıyla gül olsun. Her ne kadar parça isen de bütün olursun. O kadar çalış ki varlıktan kurtulasın. Ondan sonra Ferkadan’ın1 başı üzerine ayak basarsın.
4955
Sen bir para madenisin. Fakat gümüş müsün, altın mısın, kalay mı, bakır mı, demir mi belli değilsin! Varlık toprağı içinde bilinmez olmuşsun! Muhabbet ateşi ocağına gir ki altının topraktan kurtulsun, cevherin meydana çıksın! Ocaktan maksat, ibadet çabasıdır. Ömrünü candan ibadete ayır! Şunun için ki eğer topraksan altın olursun, boncuksan cevher olursun!
4960
Taat ve züht ve takva yolunda kendini donat ki bekanın kaynağı olasın! Çünkü taatten, züht ve takvadan iyi bir şey yoktur. Bu üç şeyden vazgeçme, mertçe dur! (Sebat et!) Dinin sureti budur. Dinin manasını da bu surette ara ki açıkça göresin! Fısk ve fesat da küfrün suretidir. Bunun manasını onda ara! Suret, kafestir; mana, içindeki kuştur. Din kuşunu sakın küfürde ve kilisede arama!
4965
Kuşu kendi yuvasında ara! Cahiller gibi şaşkın şaşkın şuraya buraya koşup durma! Padişahı külhanda arama! Tâ ki dilenciler gibi derbeder olmayasın! Padişahı köşkünde ve sarayında ara ki sana lütfedip yüzünü göstersin. Ne mutlu o cana ki ibadeti ihtiyar etti (ibadet yolunu tuttu), dini ibadet sebebiyle kuvvet buldu. Din için uykudan, yemekten vazgeçti; zahmeti, yiyip içmeye tercih etti.
4970
Gayret ile vücudunu zayıf düşürdü, kötülük ve bozgunculuktan uzaklaştı. Vücudun gıdasına canın gıdasını tercih etti. Dindarlara layık bir surette din yolunu ele aldı. Zikr-i Hüda’yı canına gıda; derdi, kendine dermanın ta kendisi bildi. Cisminin eksilmesi, canının artmasını gerektirdi. Saf oldu, tortudan kurtuldu. Gümüş gibi, sadakat ateşiyle yanarak topraktan ayrıldı.
4975
Nasıl ki maden toprağı maden ocağında kaynayarak saf gümüş olarak meydana çıkar. Salik de Allah yolunda böylece ibadetin meşakkatine seve seve katlanırsa kıymettar canı beden toprağından çıkar, Allah’ın has ve makbul kulu olur. Onun gizli cevheri cisim toprağından kendini gösterir, nihayet tertemiz olarak meydana çıkar. Zahmete katlan ki hazineye konasın, Hüda’ya bağlanmakla benlikten geçesin!
4980
Cenabı Hak buyuruyor ki: “Az ibadet, benim yanımda hadsiz hesapsız denecek kadar çoktur. Benim yanıma gelen azı, çok bil!” Çünkü bir tane hububat, benim kudretimle kan oluyor.
(SAYFA 193) Yokluktan daha aşağı bir şey olamazken, o, benim emrimle varlığa nail oldu. Ben yokluktan meydana bir cihan getirdim. Tâ ki görebilenler beni onda görsünler. Tâ ki bu kudrete halk da melekler gibi hayran olsun ve baş eğsin.
4985
Böyle bir kudretin yanında az şey neden çok olmasın? Boncuk gibi değersizse bile, neden inci gibi kıymet bulmasın? Nutfe gibi değersiz ve kötü bir sudan ay yüzlü, servi boylu, gönül çelen güzeller yaratırım. Onlara göz, kaş, kıvırcık kirpikler, bunlar gibi daha pek çok ziynetler veririm. Güzel suret, güzel ahlâk, tatlı sözleriyle şekerler yağdıran dudaklar ihsan ederim.
4990
Gönlünden kaynayan ilim deryalarını lisanından cereyan ettiririm. Daha sonra onu yeryüzüne halife yaparım. Tâ ki kenz-i mahfi ondan açığa çıksın. Tâ ki bütün mahlûkat miktarınca ondan ilim ve hikmet öğrensin. Büyük küçük, uzak yakın, kimse o hazineden mahrum kalmasın. Havada uçan kuşlar yaratırım, onları çayırlarda, çimenlerde uçururum.
4995
Bunların hepsini ben yaparım, senin hiçbirinde müdahalen yoktur. Neden şaşırıyorsun? Âlemde bunun gibi hayret verici yüzlerce şey seyretmişsindir. Buna benzer ilginçliklerden pek çok şey görmüşsündür. Mesela kendin için (faydan için) birçok tohumlar ektin. Onların her birini ayrı ayrı ben beslerim. Her birine çeşitli şekiller, suretler veririm.
5000
Her biri benden yüzlerce nasip aldığı için siz de onları sever ve istersiniz. Kendin için ektiğin bu şeylerden kıyas et ki benim için ekenler acaba nasıl bereketli mahsul alacaklardır. Benim o tohumları nasıl besleyip, onlara ne suretler bahşettiğimi, o emeklerin mükâfatı olarak neler ihsan edebileceğimi siz bilemezsiniz. Onlar açıklamaya sığmaz. Mademki o ömrünü benim yoluma sarf ediyor, gece gündüz hayır tohumu saçıyor.
5005
Ben o tohumları büyütür, o emekleri böyle mükâfatlandırırım, çünkü bunları candan, riyasız yapıyor. O sarf ettiği ömre karşılık, kavuşma ve sonsuzluk ihsan ederim, geçicilikten kurtulur. Mutlak keremimden geçici olan ömrünü sonsuz ederim. Tâ ki o vücut yok olmaksızın kalsın. Ömür tohum gibidir. Onu itaat yoluna sarf et (ek) ki sonunda iyi mahsulunu kaldırasın. Birkaç günlük ömrünü ibadet tarlasına saç ki ömrün sonsuz derecede artsın.
5010
Vasılların yolunda sarf edilen ömür için geçicilik ve tükenme yoktur. İtaatlerin ruhu onlara kulluktur. O kullukta yüz çeşit rahat vardır. Sana onlardan bir anda gelecek feyz, yapacağın yıllarca ibadetle meydana gelmez. Gerçi taatten de faydalanırsın, fakat onlardan gelecek sır nurları başka.
(SAYFA 194) Talepsiz oturma ki matlubun sana kavuşsun. Sevilensen sevdiğine kavuşursun.
5015
Çünkü istenen, isteyenindir. Bunun aksine az rastlanır, bu çoğunluktadır. Ey akıllı, nadire hükmetme (kıymet verme), çünkü yok olucudur, onu kimse hesaba almaz. Ne mutlu ona ki çalışır, ömrü hayırla, taatle geçer. Eğer bugün dünyada fakir ise, yarın ebediyette o devlet yüzünden sultan olur. Her ne kadar bu dünyada birkaç gün zahmet çekerse de, orada canı bu zahmetlerin mükâfatlarına kavuşur.
5020
Gel! Cihan ateşinin ocağına gir ki bu dünyanın (kevn ü fesat âleminin) kirlerinden temizlenesin. Hak yolunda el ayak vurmak (say ve gayret etmek), Hak’tan yeni yeni ders almak lazımdır. Ayakların var olduğu sürece tehlikeden kaç! Ayağın olmadığı (öldüğün) zaman yoldan kalırsın. Elin bulundukça ipe “habl-ul metin-i dine”2 sarıl! Elsiz kaldığın zaman tutunamazsın! Kulağın bulundukça esrar dinle! Kulaktan mahrum bulunduğun zaman seçip ayırma kalmaz.
5025
Gözün bulundukça bak, ibret al! Eğriden geç, ok gibi doğru ol! Aklın bulundukça öğüt dinle! Öğüt abıhayattır. Seve seve iç! Eğer aletler olmasa bu aşağıların aşağısından o yücelere nasıl çıkabilirsin? Ecelin gelmesinden evvel Hak yolunda çalış! Nefesin oldukça (sağ kaldığın sürece) Hak’tan ders almaya bak. Son nefesin çıkmadan ola ki Hüda işlerini düzenler.
5030
Tâ ki Hakk’ın lütfu seni bu karanlıklardan kurtara da korkusuz bir emniyete kavuştura. Daima ayrılık ateşiyle kayna! Uzaklık derdiyle, uzak kalma yükü altında inle! Feryat et! Dadısından ayrı düşmüş, düşünmeksizin, ağlayarak dadısının ardından koşan çocuk gibi feryat et. Koşmaktan maksadı ona yaklaşmak, ağlamaktan meramı da onu yanına getirmektir. Netice: “Hak yolunda candan çabala ki dokuz kat göğün üstüne çadır kurasın!”
5035
Cenabı Hak buyuruyor ki: “Bana bir karış yaklaşana ben arşın yaklaşırım. Eğer bir arşın gelirse ben ona bir kulaç varırım, yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” Hakk’ın lütfuna kulak ver, tembel olma ki sancağının gölgesi altında emin olarak oturasın. Cenabı Hak dünyada ekilen tohumlara bile bu kadar bolluk verip, birine yüz katmaktadır. Yere bu cömertliği gösteren, elbette ki sana onun yüz mislini verir.
5040
İbadetlerin cümlesi tohum ekmek, otlar ve ekinler üzerine yağmur yağdırmaktır. Bu çaba ile dinin kuvvet bulur. Gayret et, o cömert, sonsuz ihsan sahibidir (emeğin boşa gitmez). Birin yerine bin, yüz bin belki hesapsız verir. Hak Teâlâ bir daneden bir harman verir. Arpa ağırlığınca iyiliğe yüz batman mükâfat ihsan eder. Dört arpa ağırlığında bir iyilik karşılığında bir hazine bahşeder, canı ten zindanından kurtarır.
5045
Birader! Bu alışverişte besleyenin aldanmış görünmesi gizli lütuftur. İster ki sen amelde devam edesin.
(SAYFA 195) Senin amellerin hiçtir. Lâkin o, onları lütfuna bahane ediyor. Onun işi daima lütuf ve ihsandır. Nuruyla yer gök, dolmuştur. Yokluğa varlık giydirdi, bu varlıktan, bu icattan yüzlerce âlem varlık buldu. Her cihan başka türlü bir ilginç yaratılıştır. Bütün mahlûklar onların hayranıdır.
5050
O cihanların biri diğerine benzemez. Şüphe ile kesin gibi farklı ve değişik değişiktir. Eğer o suretleri saymaya girişsem, uzun sürer, kıyamete kadar bitmez. Hülâsa burada (dünyada) ek ve ekmekte devam et ki mahsulünü alarak zengin olasın! Onun yolunda malını, canını, vücudunu feda et ki o dergâhtan iki yüz mislini alasın! Her sarf ettiğine karşılık, an-be-an binlerce hazineye erişesin!
5055
Harcadığın geçici ömre karşılık ebedi ömür bahşeyler. Sen hemen çalış! Ektiğin amel tohumlarını Cenabı Perverdigar (besleyen, rızıklandıran) besler. Seni o vesileyle cennetine koyar. Hakk’ın lütfu ve özeniyle amellerin birer sevgili olur. Onları kucaklarsın. Bu sevgililer topluluğu cennet bahçelerinde etrafında koşuşurlar. Ve sana derler ki: “Ey baba! Gel, ki seni görmekle, şad olalım.”
5060
Burada daima birlikte bulunmak üzere şereflendirmenizi beklerler. Duamız makbul oldu da Cenabı Hak, seni, oğulların ve kardeşlerine kavuşturdu. Bu sözlere hayret edersin. “Böyle ay gibi türlü evlatlarım nereden oldu Ya Rabbi bana bildir.” dersin. Hak Teâlâ cevaben buyurur ki: “Buna dünyada nasıl olur da vakıf olamadın.
5065
Orada ektiğin amel tohumları yok mu? Ben onları besledim terbiye ettim bu gördüklerin onlardır.” Dünyada da hâl böyle değil miydi? Bir daneden bir ağaç meydana gelirdi, onun meyvesini yerdin. Bir danede bu kadar şeyler nasıl gizlenmişti? Ağaç, dallar, yapraklar, meyve, çimen vesaire. Bu bahs sona ermez, cezadan bahset de onun mahiyeti anlaşılsın (amellerin cezası). Gerçi Hakk’ın sanatı evvelce şerh edilmiştir. Cezayı anlatayım da iyi anlayasın!
5070
Ceza da sanatın kendisidir. Dikkat edersen bu husustaki cehaletin kökünden çıkar, yok olur. Bunu iyi bilirsin ki Hak Teâlâ bahar mevsiminde yarım dikenden bir gülzar vücuda getiriyor. Gene bilirsin ki bir ağaçtan şeker gibi lezzetli meyveler meydana getiriyor. Bunu bırak da cezayı anlat ki o, bizim yaptıklarımıza hiç benzemiyor. Bu ceza dediğimiz şey hem sanattır, hem cezadır. Çünkü Hüda’nın, senin fiiline giydirdiği surettir.
5075
Bu itibarla ona eser de diyebiliriz ceza da. Şimdi bu hâlin sırrını şerhe geçelim. Ceza nedir ve nasıl şeydir onu izah edelim. Mesela: Bir hayırsız yüksek bir eve tırmanır, bekçi yakalar, kemendiyle ellerini bağlar.
(SAYFA 196) İşte hayırsızlık fiilinin (tohumunun) cezası (mahsulu) bu şekile bu surete bürünür. Bir kul, padişaha vefakâr olur. Padişahtan ona, bu vefasına mukabil bir takım mükâfat verilir.
5080
At, astar, kaftan, ödül, nişan vesaire. Ekilen tohum (yapılan iş) ki vefa idi, bu şekillerde zuhur etti, mahsul verdi. Şahın huzurunda asker ve komutanları hakkında iyi kötü bir söz söylersin. İyi sözlerine karşı padişahtan rütbe, memuriyet gibi ödüller görürsün. Şu hâlde senin iyi sözlerin şahın gönlünde rütbe, makam şeklini aldı öyle mahsul verdi.
5085
Sonra padişahın kulağına kötü sözlerin vasıl olunca, ayaklarına zincir vurarak hapse gönderir. İşte ekilen tohumların bittiği gibi o fena sözlerin de bu şekilde netice verdi, cezalar aldıkları şekil itibarıyla eser oldular. Bu dünyada iyi, kötü sözlerin ve hareketlerin cezası bu şekilde varlık buluyor. İyiliklerinki kaftan, mal ve makam, kötülüklerinki de ölüm, hapis, zindan gibi şekillerde meydana geliyor. Söz yahut iş bunlara benziyor mu? Ey salik! Buraya dikkat et!
5090
Her ameli buna kıyas et! Cezalarda esas kıyaslanan nedir anla! Taat tohumunun alacağı suret, cennettir, kötü amellerinki de cehennemdir. Taatlerin suretleri (alacağı şekiller) başkadır: yükseği var, ortası var. Suçların nakşı da yüce ve alçak olmak kaydıyla böyledir. Dövme ve öldürme gibi suçların derecelerine göre cehennemde yedi tabaka olur. Ateşleri isyana göre birbirinden farklıdır.
5095
Burada da cezaların düzenlenişi hemen hemen aynıdır. Herkesin cezası günahına göredir. O cihanı bu cihandan kıyas eyle! Hak Teâlâ Hazretleri esası böyle kurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de “femen yamel miskale zerratin”3 buyrulmuştur. Defteri açar okursan hâlinden haberdar olursun.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.