Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Bu makale şunu açıklayacaktır:
Kalem kâtibin, kılıç gazinin, keser dülgerin elinde alet olduğu gibi, insanlar da Hakk’ın elinde alettir. Aletten meydana gelen her hareket, onları kullananlardan kaynaklanır. Çünkü alet, irade ve tercih sahibi değildir, kendi kendine hareket edemez.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir. Bundan dolayı, enbiya ve evliya da Hakk’ın aletleridir ve onlarda yetki sahibi olan Hak Teâlâ’dır. Bundan dolayı onlardan ortaya çıkan hâl ve hareketleri Hak’tan bilmeli ve cemalullahı onlarda seyretmelidir. Çünkü “men erâde en yeclise meallâh felyeclis ma’a ehli’t-tasavvuf” yani “Allah ile sohbet etmek isteyen kimse tasavvuf erbabıyla sohbet etsin” denilmiştir. İnsan vücudu, su küpü gibidir. Fakat enbiya ve evliyanın vücut küplerinden deryaya yol vardır. O küpte ne varsa o deryadandır. Fakat halk böyle değildir. Onların ceset küplerinin deryaya bağlantısı yoktur. Onlar (halk) surete aldanarak evliyayı da kendileri gibi sanırlar. Bilmezler ki o küp suretinde görünenler birer deryadır.
Bu makale şu ayet-i celileyi de tefsir edecektir: “ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ”1: “Attığın mermileri kendin atıyorum sanma! Onları atan Allah’tır”
Cenabı Mustafa aleyhisselam, ayın bölünmesi mucizesini halka beşer suretinden gösterdi. Bilsinler ki: “Bu nakış, bu suret Hakk’ın iradesine tâbi aletten başka değildir. Alet kullanıcısına itiraz edemez. Muhalefet imkânı yoktur, aleti tutan ve bırakan faildir.”
5345
Cenabı Hak “vallâhu yakbidu ve yebsut”2 buyurmuştur ki böyle mühim bir meselenin hâlledildiği malum olsun. Bilesin ki ezelden ebede kadar yapıp eden ancak odur, her ne kadar sana yaptığı işleri aletten gösteriyorsa da. Dünyada her şahıs bir su küpü gibidir. Fakat her küp ummana yol bulup varamaz. Ancak şeyhin vücut küpü ki Hak’tan hayat kazanmıştır, onun deryasına daimi bağlantısı vardır. Onun küpünün denizden tarafa açılmış kapısı vardır. O kapıdan daima deryaya başvurur.
5350
Zahirde görünen şeyhin küpü (cismi) dür. Hakikâtte ise onun (Hakk’ın) saf deryasıdır. Onu küp zanneden ahmaktır ve muhakkak ki o dergâhın da kovulmuş kişisidir. Gözünü aç, o küpü derya bil, tâ ki onun dalgalarından inciler elde edesin.
(SAYFA 207) Bundan dolayıdır ki Hak Teâlâ Hazretleri, Habib-i ekrem’ine “ve ma rameyte iz rameyte…” buyurmuştur. Akıllı olan, senin mübarek yüzünde benden (Hak’tan) başkasını görmez, sen her ne dersen, onu benden bilir ve benden işitir.
5355
Dünyada bütün zengin ve yoksul benim yüzümü sende, senin vasıtanla görürler. Bil ki senden sonra da gelen evliyadan seyrederler. O şahlar, senin neslindir, cümlesi evladın ve hayatının neticesidir. Onlar senin dinin ve şeriatinden doğmuşlardır. Sen dolunay gibi asılsın, onlar senin yansımalarındır. Kazın yavruları deryada korkusuz yüzerler.
5360
Evliyaullahın sineleri derya kadar geniştir. Yemleri, gıdaları Hak kelamıdır. Senden zuhur eden her şey ondan zuhur eder görünür, çünkü onun duyduğu, söylediği hep sendendir. Onun görmesi, şüphesiz, senin görmendir, o ne söylerse, muhakkak ki senin sözündür. O, gösterdikleri şeyi senden almıştır, tattırdıklarını senden tatmıştır. Bundan dolayı, onu seven, seni sevmiş olur, onu reddeden de senin reddettiğindir.
5365
Eğer şeker ağzında acı görünürse, sakın şekere kusur bulma! Kendine kusur bul! Çünkü safralısın. Sende temyiz kabiliyeti yoktur ki! Kuruntulusun. Sana hangi şekeri getirseler fena olur, damağına acı gelir, reddedersin! Mademki şekerden hoşlanmıyorsun, haydi ikiyüzlülüğü bırak da şekerin adını anma! Yalandan, şekeri severdim deme! Çünkü canın ondan zevk almıyor.
5370
Sözün davranışına uysun da hiç olmazsa yalan söyleme! Biz de bilelim ki sözün doğrudur. O kimse ki enbiyayı candan sever, şüphesiz, evliyayı da öyle sever. Hepsi bir nurdan (Nur-ı Hüda’dan) olduklarına göre, onları ayrı gören kâfirdir. İki yüz ekmeği ayrı ayrı saysan da yediğin zaman hepsinin tadının bir olduğunu görürsün. Eğer sen de cinler gibi ekmeğin tadını bilmiyorsan, her biri için ayrı bir zanda bulunur, her ekmeğe onun gibi ayrı bir isim verebilirsin, çünkü ekmeği bilmiyorsun!
5375
Sende doğru görür göz olmadığından, sana bir, yüz tane görünüyor. İşin esasına vâkıf olmayana göre her ne desen saçma gelir. O kimse ki bire, dört veya ikidir der, aklı olan onunla alay eder. Her kim ki evliyayı enbiyadan ayrı görür o, ya cahildir ya divane veyahut çocuktur.
5380
Büyüklerden biri bir şaşıya “Gel! İçeride bardak var. Al, getir!” dedi. Adamcağız odaya koştu, şaşılık yüzünden bir bardağı iki gördü. Odadan dışarı çıktı, geldi. Dedi ki: “Hangi bardağı getireyim?” Dedi ki: “Orada bir bardak var, iki değil. Odaya gir de bak!
(SAYFA 208) Göreceksin ki bardak birdir. İyi bak da şüphen kalmasın!”
5385
Dedi: “Sen bir diyorsun ama bardak ikidir. Hangisini getireceğimi bilmiyorum.” Tekrar dedi ki: “Bardak iki değil, birdir. İyi bak! Şaşılığı bırak!” Her defasında böyle dedi: “Bu hayaldir, bu fikirden vazgeç!” Fakat mümkün değil, fikrini kabul ettiremedi. Nihayet dedi ki: “Haydi, git! O bardaklardan birini kır da ötekini getir!” Bardağı kırınca da bulamadı, çünkü ikisi birden kırıldı, çünkü bardak esasen birdi.
5390
Gözü şaşı olduğundan biri iki görüyordu. Birini kırınca iksinden de eli boşa çıktı. İşte bunun gibi, evliyaullahtan birini gücendirirsen, hepsini gücendirirsin. Onların dininden tamamen uzaklaşmış, kendilerini derinlere, diplere atmış olursun! Hakikâtte cümlesini inkâr etmiş olursun. Çünkü onlar manen birdirler. Cümlesinin ezeli düşmanı olursun! Bunu eksiksiz artıksız (santimi santimine) böyle bil!
5395
Bir veliye düşman oldun mu, yakinen bil ki dinden boşalmış, küfürle dolmuş olursun! Bunların bir olduğunu anlayan kimse ki gönlünde nur-ı ilahi meydana gelmiştir. Enbiyanın hepsinin bir hamurdan olduğunu o bilir, diğerleri şüphe tuzağına tutulmuş kuşlardır. Müminler, enbiyanın nurundan pay sahibi olurlar. Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de onlara evliya adını verdi. Şarabın yüzlerce adı olsa da bade müptelası onlardan bir isim anlar.
5400
Müminin de yüz türlü namı olsa isimlerin değişmesiyle kişi başka başka olur mu? Hüda’nın da birçok esma-i şerifesi vardır, fakat Hüda birdir. Evliya, enbiya, müminler, âşıklar, vasıllar, hep bir zattır. Bunlar isimlerdir. İsimler başka başkadır, fakat isimlenen birdir. Enbiyaya bu paye, salihler zümresinin liderliği, Hak’tan ihsan buyrulmuştur.
5405
Cenabı Hak Kuran’da “elhakna bihim zürriyyetihim”3 buyurmuştur. “Ya Rab! Bizi de o zümreye ilhak buyur! Bil ki bunlar enbiyanın isimleridir. Bizden olanlar (ehl-i bâtın) isim farklılıklarından yanılmazlar. Aklı, idraki yerinde olan, o çeşitli isimlerden tek bir isimlenen anlar. Ruhunda temizlik olmayan da isimlenenden geçerek isme bağlanır kalır. O, her isme ayrı bir suret bağlar ki o suretin ona hiçbir faydası yoktur.”
5410
O şaşkın, emelden mahrum kalır, nihayet yeri cehennem olur. Mümin ismi esma-i hüsnadandır, peygambere de mümin desen layıktır.
İsimden geç de müsemmaların hepsini bir bil, tâ ki muradına tamamen vasıl olasın. Cisimlerdeki ruh gibi, evlere giren güneş ziyası da birdir. Her kim evde güneşi birden çok görürse, o, dokunuştan etkilenmeyen bir ölüdür. (SAYFA 209)
5415
Ondan dolayıdır ki Hakk’ın hitabı, o nurdan ebediyyen kuvvet alanlara yönelmiştir. Şahtan doğan, şehzade olur. Nur-ı Hak’tan doğan, söyle; nasıl nazlı şehzade olmaz? Belki o yalandır, asıl şehzade budur. Böyle şehzadelik bakidir, surete bağlı (dünyevî) şehzadelik fanidir. Senin gibi, bir erkekle bir dişiden doğan fani şehzade, senin yanında şehzade oluyor da
5420
Hakk’ın nurundan doğmuş olan böyle bir sır, nasıl şehzade olmaz? Hakiki şehzade budur. Çünkü illiyyin nurundan doğmuştur. Bu soy, nispetledir, şahsından değildir. Böyle nispete erkek, dişi sığmaz. O doğuma ikilik sığar, fakat bu doğumda birlikten başka şey yoktur. “lem yelid”4, fani doğumlar hakkındadır. Böyle doğumlardan ikilik fani olur.
5425
Şüphesizdir ki ilim ilimden doğar ve bu doğuşlarla kemale erer. Böyle doğumlara sayı nerede sığacak? Çünkü adet, nur-ı vahdet içinde mahvolur. Ey kâtip! Eğer yazmaktan usanmazsan, bu kitabeyi candan kabul et! Sana şimdi gönlümdekilerin hepsini canıgönülden söyleyeyim. O gönül ki güzelliğinden dolayı Hakk’ın baktığı yer olmuş, nur-ı Hak’la nar (meyve) gibi dolmuştur.
5430
Onda, hayır şer, Hak’tan başka bir şey yoktur. Hak kendini o zerreden gösteriyor. Gözdeki görme nuru gibi o gönülde gizli bir nur vardır. Ona uğra! Hak Teâlâ bir nefes gönülden uzak değildir, gönlüm bir derya gibidir, o deryanın cevheri Hak’tır. Deryanın meyvesi (mahsulü) kıymetli incidir, deryadan istenen de budur. Gerçi deryada iyi kötü, kıymetli kıymetsiz daha yüz türlü şeyler vardır.
5435
Elifba harfleri gibi çeşitli şekillerde, çeşitli cinslerden sayısız hayvanlar bulunur. Fakat hepsinden fazla deryadan beklenen fayda, incidir. O inciler ki dilrubaların ve padişahların itibar ettikleri süsleridir. Şu hâlde, denizin özeti incidir. Çünkü o, şahlar yanında da istenen ve sevilendir. O derecede ki güzelliğinden dolayı namı değişti de cevher oldu. Nasıl ki küçük sulara çay denir, çoğaldıkça, büyüdükçe adı değişerek sel, ırmak, nehir ve deniz olarak evvelki adıyla kalmıyor, dönüp dolaşıyor.
5440
Bunda hadsiz hesapsız sırlar vardır. Onlara vâkıf olana ne mutlu! Bunu temiz bir samimiyetle okuyanın canı durmaksızın güven bulur. Bundan başkasına bakmayanın, gözü aydın, sinesi nurlanarak Sina olur. Bu söz, semavatın miracıdır, o dama bu merdivenle çıkılır.
5445
Değil gök kubbe denen dama, feleklerin de üstünde bulunan dama… Feleğin damı ondan gıda ve nasip alır onun isteğiyle tuzak kurar.
(SAYFA 210) Bunun gibi, yıldızlarla ay ve güneş de Hak Teâlâ’dan nur ve parıltı toplar. Hak Teâlâ bütün eşyaya muhtaç ve layık oldukları gıdaları eriştirir. Şah olsun, kul olsun. Şahlık melekesi şahlara layıktır. Her birinin çeşitli zevk ve kısmetleri vardır.
5450
Süleyman’dan karıncaya kadar herkese tatlı, tuzlu rızıklar verilir. Herkes, kendine ayrılan rızık ve kısmete şükredici ve memnundur. O hediyeler hepsinin işini yoluna koymuştur. Karınca o gıdadan kuvvet aldığı gibi, Süleyman da o rızıkla padişahlık bulur. Varlık da yokluk da ondan oldular. O sofradan herkes kısmetini alır. Fakat evliyaya nasip olan zevk arştan, kürsten, doluluktan, boşluktan üstündür.
5455
Arş kim oluyor ki o mezeden yiyebilsin, o şaraptan içebilsin. O, (veliyyullah), o şeyle beslenir ki arşın bekası da ondandır. Yemekte, uykuda Hak Teâlâ onlarla beraberdir. Herkes onunla hayat bulur. Bu beraberlik, geneldir. Fakat büyüklere özel bir beraberlik daha vardır ki onlara mucize olarak verilmiştir. Yemek, içmek ihtiyacı olmaksızın kendilerine yüzlerce meze ihsan edilir. Bu beraberlik, evliyaların seçkinleri iledir ki onlara Rablerinin sunduğu yüksek bir derece, bir özel yardımdır.
5460
Her mümine verilmiş olan ilahi beraberlik ile kanaat etme, haberdarlara verilen birlikteliği iste! Daima böyle söyle. Allah’tan her zaman istediğim “Her ne kadar benden ayrı değilse de bana o didarı bahşetsin ki has kullarını her an onunla ödüllendirir. Her ne kadar bütün halkın hayatı Hak’tan ise de arada ekmek, su gibi vasıtalar vardır.”
5465
Arşın hayatı bile vasıtasız değildir, ancak Hak’tan gelen nimetleri vasıtasız alan, kutupdur. O, daima Hüda ile ayaktadır, Hüda bir nefes ondan ayrılmaz. Yer, gök, kürs, kalem, sema, daima kutupdan ihsanlara mazhar olurlar. Hak Teâlâ Hazretleri müminin kalbinde bulunur, nuru da halka ondan dağılır. Cenabı Peygamber bu manayı Hak’tan onun için getirdi ki ondaki manayı isteyesin:
5470
Buyuruyor ki: “Ben yere, göğe, boşluğa, kaleye hiçbir yere sığmam, fakat müminin kalbine sığarım.” Hakk’ı o gönülde ara, bul! Hak c ana sığdı ve sığar. Hakk’ı bir şahıs, yarattıklarını da onun gölgesi bil! Güneşe nispetle zerrenin ne ehemmiyeti olur, deryaya düşen bir avuç toprağın ne kıymeti var? Öyle bir derya ki kalptedir, içine bir avuç çamur karışırsa ne zarar gelir?
5475
Çamur koca deryada kaybolur gider, muazzam derya varken çamura kim bakar? Denizde inci, taş vesaire gibi değerli değersiz birçok şeyler bulunur. Nazar ancak deryayı görür, içindekilere itibar etmez, önemsemez.
(SAYFA 211) Bunun gibi, Hak Teâlâ Hazretleri de bir kalpte mevcut olunca, akil olan bir adam çamura bakar mı? O deryada çamur da olsa onu yok say! Okyanuslarda çer çöpün ne ehemmiyeti olur?
5480
Yüzündeki köpük ve çer çöp gibi şeyler, deryanın namını yok eder mi? Dünyada bunu hangi akıllı söyler? Hakk’ın bulunduğu gönülde çamur da olsa, göz Hakk’ı bırakır da çamura bakar mı? Hakk’ın yanında o, nasıl varlık idaasında bulunur, can güneşinin yanında bir zerre, ne olabilir? Yıldızlar güneş varken görünebilir mi? Yahut yüz kantar altın yanında bir arpa ağırlığının kıymeti olur mu? Cihanı yaratanın da yüzü kendini gösterdiğinde bunların kıymeti kalmaz.
5485
Gerçi Merd-i Hüda’da eşyayı inceden inceye göstermek kudreti vardır. Fakat halkın hâlinden bahsetmek onlar için aşağıya iniştir, derece, rütbe sahibi bunu yapmaz. Onun sözleri gizli sırlara dairdir ki o can âlemlerinin de ötesindedir. Eğer gönlünde can sırları varsa, söylediği zaman o şahtan yolun ve menzillerin sırlarını tamamıyla dinlersin ki tam amaç da odur.
5490
Eğer o tarafta işin gücün (meyl ve rağbetin) yoksa bil ki o büyüklükten, o şereften uzaktasın! Onun esrarı senin kulağına nerede girecek, onun nefesi (kelamı) aklına nereden sığacak?
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.