Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
Bu makale şunu beyan edecektir:
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz (Âşıkla maşuk bir vücut olur). Nitekim bir şair demiştir: “Ene min ehva ve min ehva ene” “Ben aşığım, maşukum da kendimdir.” Mecnun’a aşkın ateşi üstün gelmişti. Doktoru dedi ki: “Kan aldırmak lazımdır. Mecnun fassadın (kan alan cerrah) yanına gitti. Cerrah, neşterini vuracağı sırada bağırdı ki: “Sakın, Leyla’nın kanını dökme ki ben aşkta bütün Leyla kesildim (aynı Leyla oldum).” Mansur da aynı sebeple “Ene’l Hak” demiştir, Bayezit de buna binaen “Leyse fi cübbeti sivallah – Benim cübbemde yalnız Allah vardır.” demiştir. Hazreti Peygamber de “İza temmel fakru fehüvallahu”1 buyurmuştur.
Mecnun, Leyla’ya şunları söyleyen bir mektup yazmak istedi. “Ne kadar gamsızsın, ne çok nazlısın, ateşinle sineleri yakarsın, serkeş olduğun kadar da kindarsın.
6035
Âşıkların kanına susamışsın, tanıdıklarından yabancı gibi ürker, kaçarsın!” Gözler onun yüzünün hayaliyle dolu, âşıklar ona can feda edercesine talip oldukları hâlde o, hepsini de terk edip ancak kendine âşıktır. Herkes, huzurunda can verse, alaycı bir gülüşle karşılar. Yüreklerde merhametsizce derin yaralar açar, nazı da cevri de inatçılığı da sınırsızdır. Garibi şu ki:
Âşıklara yine onun ayrılığı, kavuşması gibi makbuldür oluyor. Fasıklara şarabın makbuliyeti gibi.
6040
Tatlı zevkler onlara ayrılıktan yüz gösterir. Acılık ve hoşnutsuzluk da karşılaşma zamanlarında ortaya çıkıyor. Onun aşkı âşıklarına yakınlık ve kavuşma olmuştur, hayali, hakikâtlere tercih ediyorlar. Âşıkların malı, mülkü aşktır, cümlesi de noksan oldukları hâlde kemal sahibi olmuşlardır. Artmayı, eriyip akmakta bulurlar, can kumaşını noksanlık tezgâhında dokurlar. Âşıkların hayatı fani olmaktadır, şahlıkları, bendelikleridir.
6045
Dünyada aşk, aklın aksinedir. Onun temayülleri bununkinden başkadır. Akıl, övünmeye neden olan şeylerle iftihar eder, aşk bunları ar sayar. Perişanlık onların baş tacıdır.
Akıl, tam bir medeniyete kavuşmak ister, bilakis aşkın aradığı, harap olmaktır. Akıl, vücudun ve sıhhatin üstüne titrer, aşk rahatı mihnette bulur.
6050
Bir kelime ile akıl ne isterse, aşk onların hepsinin aleyhindedir. Akıllıya göre makbul olan her şey, âşığa göre reddolunacaklardandır.
(SAYFA 233) İyi bil ki akıl aşkın zıddıdır. Bundan dolayı aralarında dostluk bulunamaz. Belki birbirlerini eleştirirler. Değil mi ki zıtlardır, tabiatıyla düşmandırlar. Bu mütalaaların sonu gelmez. Onu bırak da Mecnun’un mektubunu anlat!
6055
Evet! Mecnun mektubunu yazmaya ve derinindeki hâli kalemiyle ifadeye başlamıştı. Fakat aşkın coşkusuyla birdenbire fikir değiştirerek yazdığına, yazacağına pişman oldu. Kalemi kaldırıp attı. Dedi ki: “Onun hayaliyle gözlerim dolu, ismi dilimde daima ve elimde olmadan söylenip duruyor. Zikri, fikri dilimden ve gönlümden bir an kaybolmuyorken, ben bu mektubu kime yazıyorum? Bir an onsuz olmadığım hâlde ben kime söz söylüyor ve kimden visal istiyorum?
6060
Canla ten gibi daima beraber bulunuruz, ayrı değiliz. Bundan dolayı, kendime sahip olup şaşkınlıktan kurtulayım.”
Gene bir gün aşkın hararetiyle zavallının sağlığı kaybolmuştu. Tabibe giderek hâlini anlattı: “Dedi ki: Yanıyorum, hastalığım neyse bana bir çare bul! Doktor, kan galabesidir, cerraha git de biraz kan aldır! dedi. Mecnun hemen fassada (cerrah) müracaat etti. Tâ ki kan aldırsın da hastalığı geçsin.
6065
Vücudunu istila eden ateşin bu suretle geçeceğini ümit ediyordu. Fassat, Mecnun’un kolunu tuttu, neşterini vuracağı zaman, kolunu çekerek feryat etti ki: “Ey maharetli üstat! Bırak! Cahillik edip de bu kanı akıtma! Akıllı isen benden elini çek! Zira haksız yere Leyla’nın kanını dökeceksin, zavallının ne kabahati var?”
6070
Cerrah dedi ki: “Nerede Leyla? Uyuyor musun? Yoksa cin çarptı da sara mı tuttu?” Mecnun dedi ki: “Ey usta! Burada hayal nerede? Sen âşıkların hâlini hayal tasavvur etme! Benim vücudumda Leyla’dan başka kimse yoktur. Vücudumu dikkatle yarıp açsan Leyla’dan başka bir şey bulamazsın! Ben, bu surete girmiş, Leyla’nın tâ kendisiyim. Benden akacak kan, Leyla’nın kanıdır.” Cerrah, Mecnun’dan bunları dinledi, Mecnun’un aşkının tabiatından ona da bir ateş erişti.
6075
Neşteri bıraktı, o anda o da Mecnun gibi bir Mecnun oldu, o da sevgilisini aramaya başladı, içine düşen ateş onu yaktı, o da Mecnun gibi dağlara, sahralara düştü. Aşığın sözü, insanı âşık eder. İnsan dağ kadar metin olsa bir saman çöpü gibi kaldırır atar. Akıllının sözü, akıllı; cahilin sözü (sohbeti) cahil eder. Zahidin sohbeti de elbette ki şahsı onun gibi zahit eyler.
6080
Öyleyse, cihanda güzide insanlardan dost edin ki halkın yüksek tabakasından olasın. Tâ ki onun himmetiyle herkesten yüce, Mesih gibi semalarda serdar olasın. Dünyada âşıktan başkasını arama (başkasıyla dost olma). Tâ ki onun feyziyle semalarda uçasın! Mahlûkların en güzidesi âşıktır. Zahit o yakınlığı, o mertebeyi nerede bulacak? Zahitler yollarını yürüyerek katederler, âşıklar uçarak. (SAYFA 234)
6085
Zahidin asırlarda kazandığının birçok mislini, âşıklar bir anda kazanır. Mecnun’un aşkı aradan ikiliği kaldırınca o şaraptan güç alarak vahdet sarhoşu oldu. Gayrı iken aynı Leyla oldu. Leyla’ya söyleyeceklerini kendine söyledi ve onun tarafından da kendini dinledi. Leyla, canı gibi onun vücudunun parçalarına sirayet etmiş, aşk şarabıyla ebedi sarhoş idi. Mecnun’a aşktan dolayı o hâl gelince, evvelce ayrı olan iki vücut bir oldu.
6090
Muhabbet iksiriyle iki vücut bir olunca, Leyla’yı kendinden ayrı görmemeye başladı. Şimdi söyle bakayım: “Mecnun’un aşkı böyle olursa, Hakk’ı açıkça gören veliyyullahın aşkı sence nasıl olur? Bunları birbirine kıyas et, akıllıysan bu iki aşk arasındaki farkı gör! Aşk gelince birden başka şey kalmaz, yakin gelince gönlümden şüphenin yok olduğu gibi. Vahid-i hakikinin aşkı seni adet külfetinden kurtarır, baştanbaşa aşk olursun.
6095
Saf ayna gibi olan kalbinde cemal-i Muhammedi’den (s.a.v.) başka şey göremezsin. Muhammet Mustafa’yı (s.a.v.), “Sakın, Hak’tan başka bilme! O, zahiren, bâtınen nur-ı Hak’tır. Dikkat et! İşte “Ene’l Hak” budur. Çünkü onun inananları kendinde Hak’tan başkasını görmedi. Kendi nakşını vücut sahifesinden sildi. Nihayet kendini görmedi, Hakk’ı gördü. O canların canı aynada bensiz ve sensiz cilve ederek yüzünü gösterir.
6100
O bensiz benlik sebebiyle içinde her şey bir olur. Hatta iç ile dış da. Artık zıt ile benzer de bir olur, vahdetin olduğu yerde şaka ile ciddi hükümsüz, farksız kalır. Zahirde, bâtında Hak’tan başka kimse kalmaz, Hüda kendini kendi sena eder. Gözünü açar da mana kulağıyla dinlersen, “leyse fiddari sivallah”ı2işitirsin! Aşk, seni adetten vahdete götürür, çokluk perdesini yırtar.
6105
Aşk, ister hakiki ister mecazi olsun, aşığı vahdet canibine kılavuzlar. Sende gerçekten aşk varsa, aşkın ister Hüda’ya olsun, ister bir insana olsun, sefa ve menzil itibariyle farksızdır. Her ikisi de aynı neticeyi verir. Çünkü aşkta, aşktan başka şey yoktur. Niyet ve isim onun çeri çöpüdür. Niyet ve ismin sonu varlığa son olur. Mest olup orda batıp kalan âşıkta nişan olmaz.
6110
Rehber, yalnız aşktır, mutluluk aşktan ibarettir, cennet ve kevser de bizzat aşktır. Aşk gelince irade gider. Aşk deryasının dalgaları, seni istediği yere yuvarlar durur. O deryada niyetin eseri yoktur. Onun dalgaları arasında yüzlerle cihan yuvarlanır. Sel ve ırmak suyu üzerindeki çöpün hâli neyse, kendini aşkın elinde öyle (meslubu’l-irade-iradeden soyutlanmış) bil! Aşkın elinde alet olanın, aşk sarhoşluğu ile başından ayağından haberi olmaz.
6115
O, muhakkak mazhar-ı yezdandır. Dıştan ten görünürse de hakikâtte candır. Sureti (cismi) Hakk’ın elinde alettir. Ondan ne vücuda gelirse o hâletten (alet olmasından) bil!
(SAYFA 235) Cihanda gerçek kutup odur, yer gök onun hükmündedir. Halka kendilerini şeyh ve mürşit göstermek için aşkı alet edinenler de vardır. Halet olan aşk yanında (aşk-ı ilahi yanında) alet olan aşkın ne değeri vardır?
6120
Aşk-ı Hak, şahsı Hakk’ın elinde alet kılar. Irmak suyu üzerindeki çöp gibi. O su, o çöpü yuvarlaya yuvarlaya her tarafa götürür, durmaksızın sürükler. O kimse ki hakikâten âşıktır, perde arkasında gizlidir, üzerine kilit vurulmuştur.
Ahmaklık edip de o cahil (sahte âşık) yanına gitme! Boş dağarcıktan ne alabileceksin? Müflis dilenci sana lokma verebilir mi? Kendi aç olan, seni yemeğe davet edebilir mi?
6125
O, ırmak gibi görünse de seraptır, lafazanlığına aldanarak semtine uğrama! Onun yanına gitmekle kıymetli vaktin zayi olmasın, taşa sırları söylemek gibi… Özetle, lafa aldanıp da herkese teslim olma! Çünkü davalar ekseriyen laftan ibaret olur. Her kaynayan kazanın yemeğini yeme! Çünkü hepsinde pişen yemek bir olmaz. Kimi pilav, kimi paça, kimi işkembe, kimi mumbar…
6130
Bunun gibi, her dükkânda şeker arama! Her sudan tulumunu, kırbanı doldurma! Suların hepsi de görünüşte saf sema gibi berraktır. Fakat her birinin tadı başkadır. Kimi tatlı, kimi tuzlu, kimi acıdır. Öyleyse çeşitlerine bak, acıyı tatlıdan ayırt et, renge aldanma! Suları, her birinin tadını tatmak suretiyle ayırabilirsin!
6135
Bunun gibi, dini de zevk yolundan ara! Namazda, niyazda şevkte ara! Her kim imanından zevk duymazsa, günah içinde boğulur kalır.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.