“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Bu makalede “Huffetu’l-cennetu bi’l-mekârih ve huffetu’n-nâru bi’ş-şehevâti” hadisi şerifi şerh olunacaktır. Meali: “Cennet yolu bela ve musibetlerle, cehennem yolu da hoşa giden şeylerle donanmıştır.” Cenabı Peygamber buyuruyorlar ki: “Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur. Şu hâlde zahmetli yolu tercih eden cennettedir. Rahat yolunu tercih eden de ebedi sıkıntıya maruz kalır.
Cennet yolu baştanbaşa dikenliktir. Cehennem yolu da bilakis gülzar ve gösterişli ağaçlarla bezenmiştir. Dikenli yolu tutarsan cenneti bulursun, gülşen tarafına gidersen, bil ki cehennemdesin!
6180
Hazreti Peygamber’den “Haffeti’l-cennetü bilmekkare…”yi işittin! Onu canıgönülden kabul et! Bil ki cehennem yolu, senin nefsanî şehvetlerindir, cismani ve hayvani lezzetlerindir. Ne mutlu o cana ki; onun sermayesi, rahatı bırakmak ve sıkıntı çekmekten ibarettir. Hakk’ın vaadini yerine getirerek, mutmain olarak, güveni Allah korkusunda arar. Zahmet, ona rahat etmekten iyi gelir, ebediliğin veresiye ticareti dünyanın peşin kârından iyi görünür.
6185
Zaten her işte rahat, mihnettedir. Hiçbir kimse zahmet çekmeden av avlayamamıştır. Hamallar yükü birbirinden kapar ki o yoldan bir kısmet elde ederek rahat etsin. Bu dünyanın gerek iyi, gerek kötü, bütün hâl ve vasfı böyledir. Aklın varsa muhakeme et! Âlemde sıkıntısız nimet yoktur. Darlıksız bir saha arama, bulamazsın. Eğer öyle zahmetsiz bir nimete konmak emelinde isen, çiğ yemek peşinde koşarsın.
6190
Amel zahmetine katlanmadan da cennet mülkünü elde edemezsin. Mabuduna ibadetsiz nasıl kavuşabilirsin? Bu tamahı kafandan çıkar ve böyle boş emelden kalbini temizle ki bu, hiç olmamıştır ve hiç de olmayacaktır. Gönlünü bu endişe ile meşgul etme! Eğer zahmet çekmeden devlete ermiş birini görürsen, ehemmiyet verme! Ekseriyete bak ki dediğim gibidir.
(SAYFA 238) Bu, binde bir, dünyada pek az tesadüf eden nadir durumlardandır. Atını galip tarafına sür!
6195
Nadir üzerine kimse hüküm vermemiştir. Sakın ha sakın ekseriyetten ayrılma! Tâ ki sonunda isteğine eresin. Gamın meserrete dönüşsün. Burada iyi yemeyenler, orada yer, burada mahsul almayanlar orada alır. Her kim tamahı terk ederek açlığa sabrederse sonunda (cennette) leziz ve nefis yemeklerle doyurulur. Ey akıllı, dünyanın şu birkaç günlük zahmetine katlan ki bereketli ve sonsuz nimete nail olasın!
6200
Onda bir ticaret, tacirlerce kâr sayılmaz. Bire on kazanmaya bak ki bu kâr herkese nasip olmaz. Eğer fevkâlâde bir kâr temin etmek istersen, nefsin hazzını verme ki öyle bir ticaret elde edesin. Dünyada Hak için yapılan züht ve takvanın ahiretteki mükâfatı ebedi mülktür. Herhangi bir alışverişte bire on kazanırsan, artık o ipe sıkı sarılır, elden bırakmazsın. O ip, emir ve nehy ipidir. Irmak gibi, emir bağı tarafına doğru ak!
6205
Sağlam ip, Kuran’dır ve Kuran’daki hükümlerdir. Her kim Hak rızası için ona sıkıca tutunursa, şüphe yok ki o ip delaletiyle Hakk’a kavuşur. Çünkü o ipin liflerini bizzat Hak Teâlâ bükmüştür. Taat, zikir, huşuyla eda olunan namaz sende bulunursa, bilhassa açlık. O açlık ki ibadetlerin anasıdır, mutluluk ve rahat kaynağıdır. Temiz can onunla huzur bulur, vücudun sıhhati onunla idame olunur.
6210
O açlık senin hem ruhuna, hem vücuduna menfaatlidir. Ey Hak adamı! Az yemeyi adet edin! Dünya ve ahiretin menfaatleri ondadır. Eğer kendini seversen, az ye! Evliyanın şiarı (meslekleri), tıbbın esası az yemektir. Hangi meslekte bulunursan bulun, hangi türden olursan ol, az yemeye alış! Çünkü çok yemek, hırstan ileri gelir. Hırs ise nefsin en kötü huylarındandır. Vaz geç!
6215
Düşman nefsin eline silah verme, tâ ki seni balık gibi ağa düşürmesin. Onun başını gayret kılıcıyla kes ki Hüda seni kulları sırasına davet etsin. Onun istediklerini vermezsen sana itaat eder. Ondan sonra istekte bulunmaktan vazgeçer, emrine boyun büker. O, sana esir olur, sen de ona emir olursun! O zaman huzurunda, öl dersen, ölür. O, bir defa itaat altına girdi mi bütün dertlerin derman bulur.
6220
Ondan sonra, el gibi senin hesabına çalışır, ayak gibi aşağı yukarı senin hesabına koşar, seğirtir. Cenabı Peygamber’in “Eslem şeytani”1 buyurmasının manası budur ki şeytan onun emri altına girmişti. Öyle değil mi ki hizmetkârın senin elin ve ayağındır. Her tarafa senin için koşar. Çarşıya senin için gider, ava çıksan tazı gibi ardında gider, avı senin için tutar. Senin, kendin için yapmak istediğin şeylerin hepsini, senin yerine, senin için o yapar.
6225
Başka türlü hareket edemez. Çünkü bir defa, senin emrin altına girmiştir.
(SAYFA 239) Bir de bunun aksini düşün. Eğer sen onun esiri isen, onun arzusu nerede ise oraya koşmaya mecbur olursun, o fena nefsin elinde alet, Rahman yanında şeytan gibi kovulmuş olursun. Sen de onun gibi manen şeytan demeksin. Çünkü onun peşinde koşup geziyorsun! O, sahte süsleriyle zenginlerin, fakirlerin yollarını kesmektedir.
6230
Mademki sen mağlupsun, o galiptir. Sen onun hükmündesin; o, öz sen, kabuksun. Ne mutlu ona ki hayrı galiptir, daima Hakk’ın rahmetine taliptir. Onunla tek başına vuruşur, daima çabada bulunur. Şarap gibi kanını içer, zelil ve itaatkâr eder, evini barkını harap eyler. Gece gündüz onunla harp eder, kökünü gövdesini kazmaya uğraşır.
6235
Hüda’dan yalvararak yardım talep eder ki onu gebertsin de şerrinden emin olsun. Cenabı Hak buyurdu ki: “La havle vela kuvvete illa billâh”2 de ki bu mübarek kelime onu kahreder. Ben sana bu cenkte yardım ederim. O, Kaf Dağı da olsa çöp gibi kalır. Onu kahır hususunda ben sana yardımcı olursam kökünü kazarım. Mademki benim emrime tâbi olmakla onunla çarpışıyorsun, benim rızam için onun boynunu koparmak istiyorsun!
6240
Ben seni onun elinde güçsüz bırakır mıyım ki sen ona mağlup ola, ondan geri kalasın! Ben her ne kadar zaferi senin elinde açığa çıkarıyorsam da o hamleyi yapan benim. Nasıl ki bir baba küçük çocuğuna der ki: “Şu taşı iki elinle tut, kaldır!” Sonra çocuğa yardım eder. Ellerini çocuğun ellerinin altına sürerek taşı birlikte kaldırırlar. Çocuk, o kocaman taşı kendim kaldırdım diyerek sevinir ve kurulur.
6245
İşte bunun gibi, Cenabı Hak da: “Ey kulum, gayretinle düşman yerin dibine geçti, onu yapan ben olduğum hâlde seni ödüllendirmek için sendenmiş gibi gösteriyorum.” der ve onu takdir ederek mükâfatlandırır, derecesini yıldızlardan yüce eder. Durma, çalış! Benim elimden ne gelir, gayretimin ne kıymeti var deme, bir nefes de olsa ibadetten geri durma! Senin az gördüğün o ibadet, ruhunda neşe ve eğlence meydana getirir, terazini doldurur.
6250
Hak Teâlâ Hazretleri buyurur ki: “Benim indimde az şeyler hadsiz hesapsız, bin denecek derecede çoğalır. Ben az şeyleri -fen ve sanat gibi vasıtalara muhtaç olmadan- çoğaltmaya kadirim. Bil ki yoktan da var ederim. Varlıklara yüzlerce bağış benim lütfumdandır. Çok olsun, az olsun; fazla veya noksan bulunsun, emin ol ki ileride işine yarar. Ben her şeye kadirim, yardıma da ihtiyacım yok. İmanı sadık olanlar bunu kesin olarak bilir.
6255
Bilki bu kudret benim deryamdan bir katredir. Her an benden böyle yüzlerce kudret meydana gelir.”
Ey Veled, (Sultan Veled) mademki kudretin sonu yoktur. Hüda’dan daima yardım iste! Sakın, muradım oldu diyerek istemekten geri durma! Kıyamete kadar iste!
(SAYFA 240) Aşk bahsinin sonu yoktur. Bundan dolayı, himmet (gayret) atını bizzat aşk tarafına doğru sür! Aşktan, âşıkane bahset! Dua ve niyazlarında aşktan başka bir şey isteme!
6260
Aşk, şeyh-i kâmildir. Onu tut, sana ne verirse onu kabul et! Onun küfrünü İslam’dan iyi bil! Onun çevgeni önünde top gibi yuvarlan! Onun yolunda canınla oyna, baş çekme, ondan başka kimsenin adını anma! Muhakkak bil ki her şey aşktır, aşktan başka şey yoktur. Aşktan geçme! Onun mahallesinde kal! Onun mahallesinde kalırsan orada huriler, kasırlar, yüzlerce nur deryası görürsün.
6265
Onun deryasına bakarak cihanı bir katre, güneşe kıyasen gökleri bir zerre görürsün. Bu cihanda şaşkın şaşkın dolaşan insanları görerek hâllerine acıırsın. Az şeyin onlara çok görünüşüne, dikenliği gülşen sanışlarına hayret edersin. O gafil halkın gözlerine dünyanın değersiz bir zevki hazine görünüyor. Onu elde etmek için sıhhatlerini kaybediyorlar. Eşeklik ederek tavla zarını Kâbe sanıyorlar, aptallıklarından cezayı mükâfat sanıyorlar.
6270
Bu dünyada fare gibi yuva kurmuşlar, vahşiler gibi ne ilimden haberleri var, ne dinden. Şeytan sapkınlığından ibaret olan bu hâletle ömürlerini sona erdiriyorlar. Bir merd-i Hüda’nın nazarı onlara dokunursa o iksir ile bakırları altın olur. Onun küfrü şüphesiz İslam olur. Nasıl ki katreler denizde inci olur. Değil mi ki bir leş tuzlaya düşse bir müddet sonra tamamen tuza dönüşüyor. Bunda şüphe yok.
6275
O hâlde, bir müminin himmetiyle bir kâfirin ehl-i din olmasına neden inanmıyorsun? Aşk, bütün iksirlerin iksiridir; her kim âşıktır, o büyüktür, önderdir. Bütün eşyanın tazeliği, hayatı ondandır. O, çoban gibidir, halk da sürü. Her kimin talihi yâr olur da onunla sohbet ederse, dikenlerinde güller biter. Dikeni, gülü ne yapacaksın, onun lütfuyla parçalar bütün olur.
6280
Her kim bir veliye bir an yakın olursa, onun makamı göğün en yüksek tabakasının üstünde olur. O kimse -mesela- Firavun ise Musa olur, Deccal ise İsa olur, karınca ise Süleyman olur, katre ise umman olur. Şeytan kadar çirkin olsa, melekleri imrendirecek kadar güzelleşir ayağını yerden âsumana kor. Asuman da ne? Yerde gökte ondan başka kimse bulunmaz, âleme şevk ve zevk hep ondan dağılır.
6285
Onun nurunda halis şarabın neşesi ve özelliği vardır, nurundan herkes faydalanır. Yollarını onunla aydınlatırlar, cümlesi de onun harmanında tane toplarlar. Aşk insana daha bunun gibi yüzlerce meziyet bahşeder. Sineni ankaya üstün kılar. Aşk, her kime yâr ve yakın olursa, arşı âlâ ayağının altına yer olur. Ferş de arş da onun nurundan ışık alır, dikenler onun lütfuyla gülşen olur. (SAYFA 241)
6290
Fakat bu devlet, herkese nerede nasip olacak? Bu, cesetten kurtulanların kısmetidir.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.