Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
Bu makale şunu açıklayacaktır:
İman ve İslam lafızları mudğa (embiryo) veya şekillenmiş cenin gibidir. Eğer ona (imana) sadâkat ve aşk yakın olursa canlanır, kutlanır. Nasıl ki cenin, annesinden ayrıldıktan sonra zevk ve eğlenceyi kendi cinsinden olan çocuktan alır ve beslenirse, iman da itaat, ibadet ve zikr-i Hüda’dan yardım alarak kuvvetlenir, kemal bulur. Hak Teâlâ Hazretleri bundan dolayı “âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ”1 buyurmuştur. Zira her zikir bir şahıs gibidir. Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur. “el-cemaatu rahmetun”ün2 hakiki manası budur. Her ne kadar ehl-i zahir mescit cemaatini ve halk kalabalığını kastederlerse de. O cemaat bunun mecazıdır. Kalabalıkta (SAYFA 266) rahmetin bulunmasının sebebi, cemaatin çok olması durumunda zikrin de çok olması ve çok rahmetin meydana gelmesidir. Bundan dolayı, asıl cemaat zikir çokluğudur.
6955
Demek ki canının içindeki imanın zikrullah ile durmaksızın artar, kuvvetlenir. Dilin kabulu imanın lafzıdır. İmanın canı tasdikidir. Eğer bir kimsenin imanı dürüst olmazsa, nur-ı ilahi onun canı olabilir mi? Cihanda yetmiş iki millet vardır. Her biri diğerinin imanından (itikadından) uzaktır. Bunların bir tanesi doğru, diğerleri eğridir. Hakk’ın nuru eğri itikada hiç gider mi?
6960
Bu yetmiş iki milletten her biri Hüda’ya kavuşmayı umarlarsa da, içlerinde kurtuluş ehli bir tanedir. Doğru fırka, o bir tek kurtulan fırkadır. Bu şahıslar Hak yanında makbuldur. Böyle olan kimse Hüda’yı zikrederse, onun zikri zikredilenden ayrı değildir. Onun zikri, fikri ilahi armağandır, onun canı Hakk’a karışmıştır. Canın nuru Hakk’ı anmakla artar. İki şekerparenin birleşmesi gibi.
6965
Şekerin miktarı arttıkça kıymeti de artar. İnsan hemcinsiyle yola daha iyi gider. Nur-ı Hakk’ın canına yakın olmasını istersen, bir nefes bile Allah’ı anmaktan geri durma! Her zikrinden bir nur ortaya çıkıp, o zikirler sayesinde Hüda’nın nurları sende parlayana kadar Allah’ı anmaktan geri durma! Candan “La ilahe illallah” dersen, her zikir sana yeni bir can bağışlar. Zikreden dil cenin gibidir. Onun canı, kalbin tasdikidir.
6970
Anne rahminde ceninin sureti geliştikçe can gelir, mudğa hâlinde kaldıkça canlanamaz. İmanın sözü (kelime-i şehadet), dinin esası olabilmek için suret bulmalıdır ki Cenabı Hak ona can vererek diriltsin, yoksa fani ve leş gibidir. Hüda’nın isimlerine bak! Her biri mahlûk gibi, Hüda’dan hayata mazhar olmuştur. İlahi isimler başlangıçtan kemaldedir (zihin ve zamana karışmamışlardır).
6975
Çünkü noksansız isimlerden (ism-i salim) birisi bir dimağa yerleşince diğer isimlerle birleşerek kuvvet elde eder. Her zikirden imanın artar, saf ve aydınlık işleyen olursun. Bu sebeple canının nuru da fazlalaşır, nedenlerden kurtularak nedensizliğe doğru gider. Öyleyse zikr-i Hüda’yı daima ve candan artır ki canın müebbeden zinde kalsın. Daima zikirle meşgul olan, Hak’tan pek çok armağan ve ikrama nail olur.
6980
Cenabı Hak bundan dolayı “ezkurullah zikren kesiran”3 buyurdu ki zikirler birbirinden kuvvet alsın. İçte zikir çoğalınca nurları harice akseder. Zikrin içte çoğalması, halk cemaatine benzer. Fakat halkın vasıflarından kurtulmuştur. Bu zikirler kendinde bulunan kimsenin fikri, şah ile askerleri gibidir: Fikir şahıstır, vücut da eşşeğidir. Onu her an şuraya buraya sevk eder durur. (SAYFA 267)
6985
Çünkü cisim fikirsiz yürüyemez. Ne mescit tarafına gidebilir ne de kiliseye. Cisimsiz fikir de, hayalden ibaret kalır. Mevcut olamaz. Cisim, fikrin elinde alet gibidir. Fikri, zikir ile meşgul olana ne mutlu! Cemaat ve birlikteliğin ortaya çıkması onun cismidir. Öz, onun zatıdır ondan başkası hep kabuktur. Herkesin fikri zikriyle ölçülür: Zikri ziyade olanın fikri (canı) zindedir.
6990
Çünkü onun fikri, zikrinin neticesidir. Dostun dergâhında ikisi birleşir. Öyle ki huriden huri doğmuş yahut nurundan nurani bir ağaç vücuda gelmiş gibi olur. Temizlik ve güzellikte ikisi de eşittir. Çünkü her ikisi de muhabbet ve vefanın timsalidir. Onun fikri, zikri gibi makbulu Hüda’dır. Böyle olan kimseden Hüda, bir an ayrı değildir. Şu hâlde o sayısızdır, halk birdir. Çünkü o, zandan, şüpheden kurtulmuştur.
6995
Ondan başkası zan ve tereddüt kuyusuna dalmışlardır. Sülukleri bir an şekten hâli değildir. “vahidun keelfin”4 sözü ancak onun hakkında sadıktır, çünkü onda iki cihan bir aradadır. Her şey yok olucudur, mevcut yalnız odur. Öylesine kim eşit olabilir? Şu hâlde sen ona ister bir şahıs de, ister bin, istersen sonsuz de! Hep doğrudur. Ondan başka gördüğün yüz binlerce halk, bir değildir. Onları hesaba katma!
7000
Çünkü o, cihan halkını bir gördü, bunlar göremediler. Bu hakikât onlardan gizlendi. Bundan dolayı, bunlar ona nispetle yoktur.
Çünkü hepsi kördür, gören yalnız odur. O, yüz binlere eşittir, sen onu bir görme! Dinin özü odur, diğerleri surettir. Onun aksine olarak bu gafil halk bir değiller. Birkaç gün hayvan gibi yaşarlar. Hayvan gibi, işin esasından bî-haberdirler, ne gizliden haberleri var ne de açıktan.
7005
Hepsi de zeminin rutubetinden vücuda gelmiş, din deryasından mahrum mahlûklardır. Toprağın altında yaşayan solucanlar gibi akıbetleri ölüp toprağa karışmaktır. Ama o kimse ki Nur-ı Hüda’dan canlıdır, onun canı fenasız bekaya erer. Nur-ı Hak gibi ebedi kalır. Bu yerler, gökler yok olduktan sonra da müebbet kalır. Sinesi zikirlerin hanesi olur, Cenabı Hak o sineyi kin ve husumetlerden temizler.
7010
Zikirler onun kalbinde cemaat, cismani görüntüsü ise cami gibidir. O yüzlerce toplanma ve topluluk bir ise de dış görünüşe bakanlar bunda tereddüt ederler. “El-cemaatu rahmetun”un5 manası budur, Hazreti Peygamberin maksudu da bundan başka değildir. Eğer biri çıkar da derse ki: Kasıt, peygambere tâbi halk topluluğudur ki birbirlerini aydınlatır ve yol gösterirler. Cevaben derim ki: Bu, manevi cemaattir. O, suretten oluşan cemaate bakma! (Kıymeti yok.)
7015
Halk cemaatinden de maksut budur: Kalabalık arttıkça zikir de artar. Her biri birçok zikirle dillerini süsler, bu suretle zikir çoğalarak manevi bir cemaat meydana gelir.
(SAYFA 268) Bu zikirlerin birleşmesi yüzünden Cenabı Hak tarafından hesapsız rahmet iner. Öyleyse, halkın çokluğundan maksat, zikirdir, yoksa zikr-i Hak’tan gafil cemaat değil. O cemiyetlerde zikir olmazsa o cemaate ilahi rahmet nereden erişecek?
7020
Hakikâtte ise topluluktan maksat, din eridir. Diğer toplanmalar onun mecazıdır. Meyle dolu bir kadeh gibi, zikirle dolu olan ancak odur. Canı ve cismi Allah’ın zikri ile birdir. Asıl onu bil ki daimi zikreden, Yezdan’ın şeker gibi lütuflarına şükredicidir. Her sözün bâtını var, zahiri var. Sen, bâtını al ki sözün özü odur.
7025
Cahil olanlar sözün zahirine bakar, âlimlerse bâtına bakar, sırrını alır. Ağacın yaprakları hayvanlara gıda olur. İnsanların gıdası meyvesidir. Karpuzun kabuğu öküze ve eşeğe verilir. Leziz ve nefis içini de insanlar yer. Sözlerin esrarı da bu tertip üzeredir. Balıklara göre derya olurlar, halka nispetle gemi. Bil ki ehl-i suret, suretten hayat alır, ehl-i mana, manadan.
7030
Nâriler, şüphesiz, sonunda nâra katılırlar. Çünkü parçaların kararlılığı bütünleriyledir. Nurilerin varacakları yer de nur olur. Onların keyfi de nurdan biter. (Nurdan husule gelir.) Her parça, kendi bütünü tarafına gider, her parça, kendi aslıyla birleşir. Bu, Hak deyince, Hak ona yüzünü gösterir. O, Hak dedikçe ondan uzaklaşır.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.