Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Bu makale şunu bildirecektir:
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir. İlk menzilleri toprak olmalarıdır. Topraktan sonra bitki oldular. Bitkiler âleminde de bir takım menzillerden geçtiler. Otu hayvan yedi, hayvan oldu.
Hayvanı insan yedi, insan oldu. Burada da birçok menzillere uğradı. Evvela nutfe oldu, sonra alâka oldu, sonra mudğa oldu, nihayet azası gelişerek ve suret bağlayarak insan oldu.1 Anasının karnından çıktıktan sonra bir müddet sütle gıdalandı, sonra ekmek, sonra et daha sonra türlü yiyeceklerle beslendi. Bu yolculuğu sırasında da birçok hâller ve değişimler geçirdi. Hâli, şekli, ahlâk ve tabiatı günden güne değişip gelişerek bütün yaşam şartlarını taşıyan mükemmel bir insan oldu. Baliğ olup da aklı kemale erdiği vakit, geçirdiği değişimlerin, uğradığı menzillerin birçoklarını unuttu. Aklında kalanlardan da nefret etti. O hâllerin, o menzillerin hiçbiri de ona hoş görünmez oldu.
Şu hâlde insan, bugün içinde bulunduğu menzili de hoş görmemeli; çünkü onlar gibi bu da geçecektir. Bu hâl ve bu menzilde evvelkiler gibi nahoş ve sevimsiz görünecektir.
Ey âdemoğlu! Sen evvel cansızdın. Sonra bitki daha sonra hayvan oldun. Ot iken seni merada hayvan yedi, sen de otlayan hayvanlara döndün. Sonra o hayvanı insan yedi. Bu defa da hayvanlıktan kurtularak insan oldun.
175
Ana rahminde iken gıdan kanla karışık maddelerdi. Oradan hayat bulup çıktıktan sonra evvela sütle sonra ekmek, et ve her türlü yemeklerle beslendin, akıl ve idrakin kemale erinceye kadar sayısız menzillerden geçerek büluğ çağına erdin.
(SAYFA 11) Şimdi o menzillerden hiçbiri hatrında yok; ruhun hepsini toz silker gibi silkti. O menziller tamamıyla hatrından çıktı. O menziller ki haddizatında çirkin oldukları hâlde sana güzel görünmüşlerdi.
180
Şimdi onlardan biri hatrına gelince akıllı bir insanın deliden ürktüğü gibi ürküyorsun. Mesela, anne sütü senin tarafından istenen ve canın gibi sevilen bir şey iken nihayet reddedilen ve istenmeyen bir şey oldu. Sevilenken sevilmeyen oldu. Şimdi onu hatırlayınca miden bulanır, içsen derhâl kusarsın. Çocuklara karışarak yapacağın eğlence, oyun vesaire hep böyledir.
185
Çocuklar gibi maskaralık yapmaktan çekinir, hatta onu çocuğun yapacak olsa çocuğunu dahi döversin. Sana o vakit güzel görünen şeyler şimdi çirkin oldu. İyice bil ki bu dönüp dolaşma, koşup seğirtmelerde bu emirlik, hatta padişahlıkta, bu süslü giyisiler, değerli taşlarla süslü taçlar, muşa’şa’ (gösterişli) debdebelerde, elhasıl, gönül bağladığın her şeyde isterse saltanat tahtı olsun hepsi de sana çirkin görünecektir. Her ne kadar önce tercih edilir ve seçkin görünmüşlerse de.
190
Sonunda bunları bırakarak o tarafa (ahiret tarafına) koştuğun zaman bunları da umursamayacaksın! Bu işlerden de sana nefret gelecek, bu gülşenler de sana birer diken görünecektir. Küçük çocukların oyunlarının, akılları kemale eren büyük insanlara hoş görünmediği gibi… İşte bu dünya halkının ciddi işleri de büyükler yanında böyle hakir ve değersizdir. Cihan halkının kavga ve gürültüsü, cihanın padişahlığı, refah sahiplerinin keyifli hayatları ve zevkleri
195
gönül ehillerinin yanında çocuk oyuncakları gibi kıymetsiz, toprağa katılmış ölülerden farksızdır. O menzillerden geçerken sana acı şeyler şeker gibi tatlı görünmüştü. Bunun gibi çirkin şeyler de güzel görünmüş, onlara olan rağbetin günden güne artmıştı.
Seni onlardan men etmeye imkân yoktu. Çünkü onlara olan aşkın, sana onları güzel göstermişti. Fakat aşk yok olunca onların çirkinliğini herkes gördü ve anladı.
200
İşte içinde bulunduğun menzil de böyledir. Daha büyük bir menzile erdiğin zaman, evvelkiler gibi, bu menzil de sana çirkin görünecektir. Evvel Kâbe gibi makbul iken sonra kilise gibi istenmez olacaktır. Bu sihirbaz dünya hilebaz bir koca karıdır. İşvesine aldanma! Hile yapmak için kendini bezer durur. Bu kötü maksatlı hilebazın sözüne kulak verme! Çünkü Cenabı Hak Kuranı Kerim’inde: “ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun…”2 buyurmuştur. Lehv ve la’ab insana hoş görünür.
205
Bu kocakarı sihir ve efsunla kendini genç gösterir. Fakat bu, hilebazlıktır. Bu dünya seni daha ne vakte kadar aldatacaktır?
Artık uyan da bu gaddardan uzaklaşmaya bak! Evvel katettiğin menziller de böyle süslü ve gösterişliydi. Sana sahte paraları altın göstermişler, iblisi huri diye methetmişlerdi.
(SAYFA 12) Bu sahtekâr kocakarı, sahte paraları gerçek para diye sürer. Bu hilesiyle senin belki yüz defa canını yakmıştır.
210
Artık kendine gel de bundan böyle aldanma, tâ ki üzerine hakikât güneşinden bir parıltı düşsün. O nur sebebiyle bu zulmetten kurtulasın, iblisten yakanı kurtarıp hürriyete kavuşasın. Çocukluğundan büluğuna ve ihtiyarlık çağına kadar uğradığın menzillerden her biri, senin yanında bir cihan değerinde idi. Onlar zehir oldukları hâlde sana bal görünmüşlerdi. O menzillerin çirkinliklerini o menzillerden geçtikten sonra anladın. Bulunmakta olduğun bu menzilden de geç de yoluna devam et!
215
Seferde menziller konaklama yeri değildir. Orada yerleşip kalmak isteyen, kördür, yersizdir. Bu dünya, uğrayıp geçilecek bir menzil olduysa, artık ona gönül vermek çocukluk olur. Ona meyil bağlamak körlükten, cahillikten doğar. İhlâs ile ibadet ve takvadan başkası hatadır. Yürü! Bu alçak dünyadan kurtul ki iblise ve şeytana mağlup olmayasın. Sonunda yerin cehennem olmasın, bela ve zillet yüzünden cennetten mahrum kalmayasın.
220
Dünyaya az bağlan ki kolay kurtulasın. Bu varlık kuyusundan ipsiz sıçrayıp kurtulmak mümkün değildir. Mademki ondan (Cenabı Hak’tan) saka tulumu gibi dolusun, neden taşkınlık ederek yüzünü şuna buna döndürürsün? Hakk’ın elinde bir oyuncak gibisin. Hareketlerin ve durgunluğun tamamıyla ve daima ondandır. Cisminin, canının zindeliği o “Hayy-ü Kayyum”dandır, akıl ve imanın da onunla ayakta durmaktadır.
225
Onun iradesi yönelmedikçe vücudunda bir damar hareket edemez. Fiillerin ve hareketlerin, daima ondandır. Sen ırmağın üzerinde akıp giden bir saman çöpü gibisin. Uykun, uyanman, yiyip içmen, hastalığın, sağlığın, hayrın ve şerrin hepsi de esrara vakıf olan Hak Teâlâ’dandır. Gözünü aç, iyi bak! Bütün varlığın ondan ibaret olduğunu açıkça görürsün. İki dünyada saf-tortu, iç-kabuk, hâsılı her şey odur.
230
Öyleyse kendini bırak da ona bağlan! Varlığı ve benliği kökünden sök at! Tâ ki sen o olasın ve benliğinden kurtulasın, canının değerini cananın hazinesine katasın! Bu mananın şerhi lisana sığmaz. Öyleyse bunu bırak da rebabı dinlemeye koş!
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.