İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
Bu makalede şu açıklanacaktır:
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da… Çünkü ruh cisme galip (hâkim) olmuştur. Mağlup olan cisim de can hükmüne girmiştir. Çünkü “El-hüküm li’l-galib; hüküm galibedir” denilmiştir. Mesela bir paranın gümüşü galip olursa tamamı halis gümüş sayılır. Görmez misiniz tuzlaya ölü bir hayvan düşse bir müddet sonra tuza dönüşerek temizleniyor? Kendisi bir yaratılmış olan tuzla, içine düşen şeyleri tuza dönüştürürse, Halik Teâlâ Hazretlerinin aşk deryasına gark olan kimse, neden Hakk’ın nuruna dönüşmesin?
Bu makalede şu da ifade edilecektir: “Fakr (yokluk) açıklamalara sığmaz ve anlatmayla anlaşılmaz. Şu kadar ki fakra dair söylenen sözlerden kişide yönelim ve gayret ortaya çıkar.” Nasıl ki ermiş şeyhler demişlerdir: “Men lem yezuk lem yarif ” tatmayan bilmez.
Büyük bir deryayı bir incinin deliğinden seyretmeye imkân var mı? Belki açıklamaların bizzat kendisi de fakrın perdelerindendir.
Cenabı Mevlana efendimiz buyurmuşlardır:
Suhan ki ez can hized zi can hicab koned
Zi coher-i leb-i derya zeban hicab koned
Beyan-ı hikmet eğerci şigerf meşaleist
Zi afitab-ı hakaik beyan hicab koned1
Tuzlaya (tuz gölüne) düşen bir eşek ölüsü, bir müddet sonra tuza dönüşerek pislikten kurtulur.
2505
O leş ki tuza düştü, baştanbaşa tuz oldu. Onda kirin eseri kalmaz. AllahuTeâlâ Hazretlerinin küçücük bir eseri olan tuzla bunu yaparsa, o tuzlayı yaratanın kudret ve kuvvetinin nasıl olması gerektiğini iyi düşün. Şüphe yok ki daha yüksektir. Diken parçasından gül doğarsa, acaba gülden neler meydana gelir, düşün! Eğer sana bu hâlden ve bu sözlerden şüphe geliyorsa, bil ki ruhun sapıklığa batmıştır.
2510
Kimsenin kulağı bundan iyi söz duymamıştır. Bu, ne dile sığar, ne ifadeye. Yeryüzü kâğıt, ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa bunlar tükenir de, gene o tükenmez.2 Hakk’ın sırrı söze nasıl sığabilir?
(SAYFA 103) Sırrın yeri gönüllerdir ki başı sonu yoktur. Fayda ve zarardan, iyi ve kötüden üstündür. Saf, tortu; züht, fısk gibi şeylerden hariçtir. Aşk tohumu oraya ekilmiştir.
2515
Her nereye düşerse aynı neticeyi verir. Kâr odur, ondan başkası sıkıntı ve yüktür. O (aşk) ister zühtten kaynaklansın ister fısktan. Aşka bağlanmakla kıymeti artmıştır. Aşkın cemali olmayan İslam, onun ihsanı olmayan nimet küfürdür. Sözün özü, her kim ona talip olduysa ondan gözünü bir an bile ayıramaz. Âlemde ondan başka bir şey, ona gaye olamaz. O huzurdan başka mabet aramaz.
2520
Gece olunca bundan ağzımı yumarım, yarına kadar onu sineme gömer, saklarım. Gerçi Aşk-ı Hüda ile benim üzerimden yüzlerce yarın, belki de yüzlerce asır geçse bir incelikli sözü net olarak açıklamak mümkün olmaz. Çünkü din şerhinin sonu yok. Meğerki bu sırrın şerhini dedikodusuz olarak kendi canının içinde arayasın. Bu dil, o hüsnün vasfında kusurludur. O hüsnü ancak kendi anlar.
2525
Haydi, iyi bir göz sahibi olmaya çalış ki onun eşsiz güzelliğini görebilesin. Her ne kadar bizim yüzümüz görünürdedir demişse de, gözün yanında söz uzaklarda kalır. Sudan, topraktan yaratılan insanın suretinde (cisminde) gönül nuru yoktur. Onun asıl niteliğine dair kimse bir şey bilmiyor, gerçi birçok vasıflandırmalar, tarifler yapılmıştır.
Fakat yüzünü görmedikçe anlatımıyla yetinilmiyor, ceset vücuttan ayrılmıyor.
2530
Acaba o tanımlanan nasıldır, diyerek onu görmek hevesi bir türlü dinmiyor. Yokluk bilmeyenin güzelliği o kadar mükemmel ki mükemmellikte benzeri yoktur. Böyle tanımlamalarla onu görmek yahut gene zatını anlamak nasıl mümkün olur? Ey hazır yemek arayan bu ham yiyecekten geç ki o, sözle anlaşılamaz. Dünyanın binası kurulalı hâl böyledir; peygamberler, resuller, veliler,
2535
hepsi de Hüda’yı tanımlamaya, muhtelif şekillerde dile getirmeye çalıştılar. Gene de dünyanın son gününe kadar o Zat-ı Zülcelâlin tanımlanma çabasından geri kalmayacaklardır. Buna rağmen o, hiçbir sözden anlaşılamadı ve anlaşılamaz. Öyleyse sözü bırak da can gözünü aç!
Allah’tan, kendini görecek bir göz iste! O, o gözden başkasına yüzünü göstermez. Eğer senin gözünde nur olmazsa, güneşin nurunu nasıl görebilirsin?
2540
İçin ilim ile dolu olsa, yine de nurlu bir göze sahip olmadıkça güneşi görebilir misin? Yahut yolunu doğrultmak üzere güneşin nurundan faydalanabilir misin? Nuru görmek, karanlığı aydınlıktan seçebilmek için göz lazım (sende bulunmayan bir şeyden nasıl harcama yapabilirsin?). Eğer sende şehvetle şevk olmasaydı, bu iki zevki nereden anlayacaktın? (SAYFA 104)
2545
Derununda ilim ile akıl olmasaydı o iki şeye, canına ne ile, hangi vasıtayla ulaşacaktın? Aklı olmayan, aklı bilebilir mi, nakli anlayabilir mi? Halik’ın yarattığı şeylerin hepsi böyledir. Eğer gönlün onları candan değerlendirerek kendine mal ettiyse bil ki yerde gökte ne varsa hepsinin cinsi senin zatında mevcuttur. Her şeyi Cenabı Hak senin hilkatinde belirtmiştir.
Ve o şey tarafına yüzlerce kapı açmıştır.
2550
Tâ ki oraya gelesin de onlardan faydalanasın, kanatsız olarak yükseklerde uçasın. Sende enbiyanın nurlarından bir nur bulunmazsa onlara nasıl ve ne şekilde yönelebilirsin? O sultanlara nasıl candan sevgili olur; canı, gönlü onlara nasıl adarsın? Onların zikri ruhuna nasıl gıda, yahut cismin canına nasıl feda olabilir? Eğer onlara burada arkadaş olduysan şüphe etme ki ezelde onlarla birlik etmişsin demektir.
2555
Velilere dostluk ediyorsan (onları seviyorsan) bil ki manen onlardansın. Kendini onlardan başka görme! Zahiren, bâtınen onların aynısın. Çünkü sende Hak’tan bir nur vardır. Gözünü aç, kendine iyi bak! Sende böyle bir nur olunca da Hakk’ın yüzünü perdesiz görmüş olursun. Bundan dolayı Cenabı Peygamber efendimiz (veyahut Hazreti Ali): “Men arafe nefsehu fekad arafe rabbehu” (Kendini bilen, Allah’ı bilir.) buyurmuştur.
2560
İçinde Hakk’ın nurunu gördükten sonra o nur, sana kılavuz olur. Seni o asıl tarafına doğru götürür ki can onunla vardır. Onda iyilik, kötülük, renk, kabuk gibi şeyler düşünülemez. Ondan sonra sen kendini iyi bil ki bu cisim testisindeki su, o deryanın suyudur.
İstediğin isteğinde gizlidir. Çünkü arayıp sorman buna bağlıdır.
2565
Haydi! İstediğin, istemendedir. Mihnet içinde gizlenmiş rahat gibi. Hamal yüke talip olur, her ne kadar zahmetli iş ise de. Hamallar yükü birbirinden kaparlar. Bilirler ki bu zahmetin sonunda rahat vardır. Her sanatın dış yüzü zahmetlidir, fakat o zahmetin altında rahmet hazinesi gömülüdür. İbadet de vücut için zorluktur. Onda da ruh için gizli rahatlar vardır.
2570
O sıkıntılarla cennet hazinesi alınır. Hangi akıllı bu hazineyi elden kaçırmaya razı olur? Sonra, istediğinin, isteyeceğin kadar olacağını bil! Hak erlerinin buldukları isteklerine göredir. Sende heves arttıkça istediğine daha fazla elin erişir.
Tamamen istek olursan, tamam olursun. Kendinden geçme sebebiyle sen o olursun. Ondan sonra senin niteliğin “Ene’l Hak” olur. İçte dışta senden başka bir şey kalmaz.
2575
Gayrı kalmayınca şeksiz, şüphesiz iyi de kötü de o olur. İyi kötü senin aklına göredir. Hak açısından bakılırsa her şey iyidir. (SAYFA 105)
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.