Makale 92

İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.

Bu makale şunu açıklayacaktır:

Sözün çeşitli ve birçok yüzleri (manaları) vardır. Peygamberimiz buyurmuştur ki: “inne li’l-kurâni zahran ve batnan ve libatnihî batnen ilâ sebati abtun” Meali şerifi: “Kur’an-ı Kerim’in zahiri ve bâtını var. Bâtının da bâtını var, yedinci bâtına kadar.” Zahir uleması ilk bâtını görebildiler. Biraz manevi olanlar, derecelerine göre ikinciyi, nihayet üçüncüyü gördüler. Ondan ileri gidemediler. Yalnız halktan gizlenmiş olan erler (evliyaullah) dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci bâtının derinliklerine dalarak orada kıymetli mana incileri buldular.

Sözün böyle muhtelif manaları olunca, sözün aslı ve madeni olan insanların da birçok cepheleri (dereceleri) olduğu bu bakışla belli oldu. Gök nasıl, biri diğerinden yüksek tabaka tabaka ise, manevi gök olan insanların da böyle olması doğaldır.

Çünkü zahiri gökler, manevi göklerin numunesidir. Her kim ne kadarının manalarına daha çok nüfuz edebilmişse, onun manevi seması (derecesi) daha yücedir. İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş. İkinci varlık Hüda’ya vasıl olmuştur. “men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu” “Nefsini bilen, Rabbini bilir (bulur).”


6655

Resulü Ekrem efendimiz buyuruyorlar ki: “Kur’an-ı Mübin’in yedi batnı (mana derecesi) vardır.” Birinci batın ehl-i zahire bildirildi. Bizim gayretimizle onlara ikinci batından da kapı açıldı. Üçüncü batna adım atan nadirdir. O kapıları Hak yardımıyla açanlar, yani dört, beş, altı ve yedinci tabakaya gidenler, o yolun sonuna erenler, dergâh-ı Hüda’da hasü’l-havas, iki cihanda şahların şahı oldular.

6660

Ehl-i bâtın ve kutb-ı zaman odur. Müminlere yardım ve rehberlik eden odur. Eğer o şah bunların şerhini açıklamadıysa, o mana kendisine ayan olmadığından değildir. Bil ki o, merdan-ı Hüda gibi yedinci tabakaya kadar yükselmiştir. Yedinci batna vasıl olmuş ve o bâtındaki mana incilerini delmiştir (derinliklerine nüfuz etmiştir.). O şah, dördüncü bâtındaki esrarı açıklamadı ki o, söze ve açıklamaya sığmaz.

6665

Avamda onu dinleyecek kulak yok. Ruhlarında o kabiliyet kayıp. O açıklama, onların kulağına sığmaz, anlayışları o sırrı anlamaktan noksandır. Onun şerhini ondan ancak dilsiz olarak dinleyebilir, o sırra bu suretle vakıf olursun. Çünkü ruhların konuşmasında harf ve ses gibi şeyler yoktur. Çünkü can badesi kap kacağa sığmaz. Çünkü o badenin başı sonu yoktur. Zarf ise sınırlıdır. Sınırı olmayan, sınırlıya sığar mı?

6670

Ehlidilin sözleri dilsizdir, sırları canlarında gizlidir. O canlar şarabı, sakiden daima dudaksız vesairesiz çekerler (içerler). O sofradan baki nimet yerler ve o nimet yüzünden güneş gibi nur saçarlar.

(SAYFA 256) O fırka, sayıları binleri bulduğu hâlde birdirler, çünkü yolları ve menzilleri birdir. Onların garip hâlleri şerh etmekle tükenmez. Biz yine o bâtınları açıklamaya geçelim.

6675

Bu yedi bâtın, yedi kat semaya benzer. Evliyanın yükselişleri bu bâtınlarda meydana gelir. Hak Teâlâ’nın iki türlü göğü vardır: Biri manevi, öbürü surete bağlıdır. Manevi gök de yedi tabakadır, cismani gök de. Fakat cismaniler, manevilere nispetle çok alçak kalır. Cismani gökler, bu suretler (maddi vücutlar) için yaratılmıştır ki onlardan faydalansınlar. Çünkü yer ile gök, tenleri (şahısları) dadı gibi beslerler.

6680

Hissedilen, görülen semalar ise, latif ruhlar içindir ki o ruhların, o semalarda yükselmekle şerefleri artar. Hak Teâlâ ruhları başka türlü gıdayla gıdalandırır: İlim, şevk, fikir gibi. Merdan-ı Hüda’nın yolculuğu daima bu semalardadır. Her birinin mevki ve mertebesi bu semaların birindedir. Bu hissedilen, görülen göklerin cismi suretdir. Buhar ve dumandan olmaları dolayısıyla yükselmişlerdir. Her ne kadar zeminin üstünde bir tavan gibi yükselmişlerse de onlar da zemin gibi ilimden, akıldan müstesnadırlar.

6685

Bundan dolayı ilahi emaneti kabul etmediler. Çünkü ilim nurundan nasiptar değillerdi. Âdem evlatları akılları olduğu için kabul ettiler. Tâ ki onunla vuslata yol bulsunlar. Asman, Kuran’dır. Bu görünen felekler değildir. Çünkü meleklerin yolculuğu onda değildir. Kuran’ın şerefli ifadesi, manevi asmandır. Her kimin cisminde manevi can varsa, Kur’an ona göre baki göktür. Çünkü ruhun yükselme yolu bu feleklerdir.

6690

Ehl-i zahirin anladığı, bu manevi asmanın birinci tabakasıdır. Ehl-i bâtının anlayışı, ikinciden başlar. Her kim üçüncü batna gidebilmişse, o, tefsir ilminde umman olmuş sayılır. Bu yol üzere bağıştan bağışa çık git! Perdesiz armağana vasıl oluncaya kadar daima canıgönülden talep ve temennide bulun, gece gündüz yana yakıla, de ki: “Bana yüzünü perdesiz ne vakit göstereceksin? O gülşenin kokusuyla ne zamana kadar yetineceğim?”

6695

İyi, kötü her şey arada engel olursa, ben seni perdesiz olarak nasıl görebilirim? Gerçi nur gibi gözüme girmişsin, sen olmasan nursuz kalırım. Gözüm senin cemalinle dolmuştur, canım, gönlüm senin dikensiz gülzarındadır. Gözümde senin hüsnünden başka bir şey yoktur. Fakat gözümde kendim perde oluyorum. Seni daima açıkça perdesiz görmek isterim. Lütuf buyur, yolumdan kaybolma.

6700

Ey güzellik deryası, muhakkak biliyorum ki bensiz değilsin. Böyle olduğu hâlde ben neden o güzelliği arayıp duruyorum? Ben hayran olunacak bir varlığım. Dünyada, bende neler gizli olduğunu bilecek bir hayran arıyorum. Hakk’ın hassı, ezeli nuruyum (burada vahdet vardır). İki gören şaşılıktan kurtulamamıştır. Hakikâtte hep biriz, cümlemiz şüpheden kurtulup kesin ve açık olana vasıl olmuşuz. Ey yâr, bil ki bunu anladığın zaman Ferkadan’ın tepesine ayak basarsın! (SAYFA 257)

6705

Ben Yezdan’ın hassıyım, bana iyi bak ki bir testi içinde deryayı göresin! Testiyi bırak da suya bak! Genç, ihtiyar her şeyi nakış bil! Ey oğul! Nakış gölge gibidir. Gölgeden geç de mana tarafına git ki esası bulasın. Peygamberler gövdedir. Kurallar, dal yaprak. Dallar asıldan meydana geldi ki onları görerek asla intikal etsinler diye.

6710

Gözün gördüğü rengârenk suretlerin hepsi, bize manadan haber verir. Suretten manayı görün ve daima suretten manaya geçin! Mananın yüzünü perdesiz, bizim nakış ve rengimizden seyredin! Akıl, manadır. Çünkü göze görünmez, ondan türlü suretler görürsün.

6715

Bunun gibi, cihanın nakışında, yerde, gökte, dağda, deryada, ayda, güneşte ve yıldızlarda Hakk’ın lütuf ve cemalini açıkça gör! Halkta ve halkın iyi, kötü huylarında ‘hakiki birin’ yüzünü perdesiz seyret!

6720

Cinde, şeytanda, insanda Hakk’ın kudret ve ilmini açıkça seyret! O maharetlinin hünerlerini gör, onların görüşleri sana da sirayet etsin. Sen de onlar gibi haberdar olursun. Büyükleri candan sever, daima güzel sözleriyle meşgul olursun. Akıl ve idraki iyi olan kimseye cihanı yaratan gizli kalmaz. O, her zaman sebeplilikten sebepsizlik tarafına gider, daima taraftan tarafsız tarafına koşar.

6725

Nakışlarda nakkaşı görür, sergilenenlerin içerisinde sergiciyi seyreder. Daima Hak yolunda inşa olur, ilm-i esma (isimlerin bilgisi) ona ders olur. İyi, kötü gözüne görünen her şey ona: “Ehade bak!” der. Yanında her şey birer peygamber gibi olur, ona derler ki: “Gölgeden geç, asla git!” Hak Teâlâ apaçık olduğundan dolayı nazarlardan gizlidir. İyi bak ki anlayasın.

6730

Her kim bu sırrı bildiyse zinde ve Hakk’ın lütfu civarında ebedi kaldı. Yine sıkıntının değerlendirmesine geçiyorum. Maksuduna ceht ile vasıl olan (sıkıntıdan rahata eren), derece itibariyle çok yüksektir, gittiği yerlere hayat götürür. Âlem halkına rehber olur, yerde olduğu hâlde semaların üstündedir. Fakir görüntüsünde köhne hırka içinde bulunsa da halkın mürşit ve önderidir.

6735

Onun bu tür kıyafete girmesi geçim derdinden (fayda sağlamak için) değildir. Hırkasını bırak da kendisine bak! Gör ve bil ki o hırka perdesi altında gizlenmiş nasıl bir baş padişahtır. Defineyi şunun için viranelere gömerler ki halkın elinden kurtarsınlar.

(SAYFA 258) Tâ ki virane hazineye kale olsun, onu fenadan (yağmadan) kurtarsın. Virane, hazinenin bekçisi demektir, gece gündüz onu bekler.

6740

Onun sahip olduğu bu mertebenin daha üstünde padişahlık, gizli saltanat vardır. İstemeden bulunan onundur, aylar, yıllar onu ister. Onu ararlar. Zahmetsiz, külfetsiz hazineler elde eder; hicransız, ayrılıksız vuslata erer. O nadirdir, fakat bu, enderdir. O kadirdir, fakat bu daha kudretlidir. O, âşık mesabesindedir; bu maşuk. O, Hamza gibidir, bu Faruk.

6745

Gerçi o, İsa gibi göklere ermiştir; fakat bu, arşın, kürsün de üstündedir. Böyle padişahı kimse bilmez, anlayamaz. Canıgönülden talep etse bile. Ancak havas anlar. O havas ki insanlar ve cinler arasında haberdar ve gören, saf ruhlu kimselerdir. Onun esrarını onlar anlayabilir; onun söz ve davranışından ancak onlar koku sezebilir. Yoksa, bağı göremeyen göz, ağacın üzerindeki kuşu hiç göremez.

6750

Kumruyu göremeyen, gagasının üzerindeki tüyleri nerede sayabilecek? Onun nuruna bakmaya gündüz kuşlarının gözü tahammül edemez, gece kuşu (yarasa) nasıl dayanabilir? Süleyman’ın, rüyada bile göremediği o güneşi kör karınca nereden görecek? Gece gündüz durmaksızın talepte bulunsa bile, o huzura kimse yol bulamaz. Onun cinsinden değildir ki ısrarına dayanamayarak ona yüzünü göstersin.

6755

Bu, lütuf ve ihsan yoluyla erişir, çalışmakla değil. Gayret işi değil, baht ve devlet işidir. O semte kanatsız olan uçamaz. Böyle yolu yürüyerek kim katedebilir? Ayaktan vazgeç ki Hüda sana kanat versin, başından geç ki karşılık olarak yüz baş alasın. Canından geç ki Hüda sana tükenmez vuslat ve kavuşmanın kaynağı bir can versin. Her kim Hakk’a bir verirse, karşılığında yüz alır. Sayısız veren de sayısız alır.

6760

Eğer tacir isen ver, al! (Alışveriş et.) Tacir değil de ücretli isen, hani ücretin? Karşılıksız kalışın zahiren uslu, edepli görünsen de özde günahkâr oluşundandır. Her kimin ibadeti karşılıksız kalmışsa, bil ki onun taatinden isteği Hak değildir. Eğer ibadetten maksudu Hak olaydı, istediği neyse o olurdu. (Kendisi de Hak olurdu.) Mademki muradı hâsıl olmuyor, dünyada mahrumiyyet bu sebepledir.

6765

Ey oğul, onun ibadetle Hak’tan kastettiği Hak değildir, onun maksudu başkadır. Gerçi dili Hak diyor, fakat aklı, fikri dünya tarafına kanatlanmıştır. Çünkü onun talep ettiği sadece bu cisimdir. Canının Hak’tan aldığı nasip de ancak Hakk’ın ismidir. Onun canında o nurdan eser yok, maddi kuvvetlerden başka bir şey onu memnun etmez. Nurdan tamamen uzak, baştanbaşa nârdır, hayatının bütün sefahatı matemdir, neşesi yoktur. (SAYFA 259)

6770

Çünkü onun ruhani gıdadan nasibi yoktur, bu âlemden başka sevgilisi de yoktur. Hayvan gibi yiyip yatmak esiridir.

Bu iki şeyden başka düşündüğü de yoktur. Dünyada hayvan gibi yaşar, hayvan gibi hor ve hakir olarak ölür. Topraktan çıkan kurt gibi, toprak olur gider, onda göklere çıkacak ruh nerede? Öyle ruhlar keremden doğar, kirmden (böcek, kurt) değil. O canları bu âlemden hariç bil!

6775

Onlar dumandan ve buhardan doğmuş değildir, duyuların ve maddenin ötesindedir. Suretten geç ki onun, her iki âlemin padişah ve önderi olduğunu göresin. Âlemin gıdası odur, âlem onun kabuğudur. Ondan ötesi düşmandır, dost ancak odur. Ondan ne zamana kadar köşe bucak kaçıp duracaksın? Canını, başını mertçesine onun yoluna koy! Bundan sonra sözlerim, bütün onun güzelliğinin anlatımına bağlı olacaktır.

6780

Gerek vasıldan, gerek salikten, hangisinden bahsedersem, söz konusu onun zatının vasfıdır. İyi dinle! Hayır, şer, iyi, kötü her şey âdemde olduğu gibi, onda acayip bir şey daha vardır ki “dimağdır”.

Önceki makale
Makale 91
Sonraki makale
Makale 93

Giriş

Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.

Yazılış Sebebi

O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.

Makale 1

Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.

Makale 2

Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.

Makale 3

Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.

Makale 4

Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.

Makale 5

Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.

Makale 6

Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.

Makale 7

“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.

Makale 8

Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.

Makale 9

Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.

Makale 10

Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.

Makale 11

Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.

Makale 12

Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.

Makale 13

Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.

Makale 14

Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.

Makale 15

Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.

Makale 16

Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.

Makale 17

Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.

Makale 18

Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.

Makale 19

Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.

Makale 20

Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.

Makale 21

Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.

Makale 22

Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.

Makale 23

Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.

Makale 24

Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.

Makale 25

“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.

Makale 26

Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.

Makale 27

Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.

Makale 28

Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.

Makale 29

Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.

Makale 30

Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.

Makale 31

Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.

Makale 32

Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.

Makale 33

Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.

Makale 34

Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.

Makale 35

Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.

Makale 36

Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.

Makale 37

Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.

Makale 38

Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.

Makale 39

Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.

Makale 40

Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).

Makale 41

İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…

Makale 42

İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.

Makale 43

Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.

Makale 44

Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.

Makale 45

Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.

Makale 46

Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.

Makale 47

Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.

Makale 48

Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.

Makale 49

Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.

Makale 50

Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.

Makale 51

Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…

Makale 52

Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.

Makale 53

Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.

Makale 54

El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…

Makale 55

Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.

Makale 56

Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.

Makale 57

Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.

Makale 58

Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.

Makale 59

Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.

Makale 60

“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”

Makale 61

Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.

Makale 62

Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.

Makale 63

İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.

Makale 64

Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.

Makale 65

Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.

Makale 66

Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.

Makale 67

İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.

Makale 68

Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.

Makale 69

Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.

Makale 70

Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.

Makale 71

Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.

Makale 72

O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.

Makale 73

Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.

Makale 74

Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.

Makale 75

Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…

Makale 76

Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.

Makale 77

Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.

Makale 78

Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.

Makale 79

“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”

Makale 80

İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.

Makale 81

Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.

Makale 82

Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.

Makale 83

Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”

Makale 84

İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.

Makale 85

“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”

Makale 86

Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.

Makale 87

Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.

Makale 88

Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.

Makale 89

Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.

Makale 90

Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.

Makale 91

Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.

Makale 93

Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.

Makale 94

Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.

Makale 95

Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.

Makale 96

İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.

Makale 97

Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.

Makale 98

Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.

Makale 99

“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”

Makale 100

Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.

Makale 101

Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”

Makale 102

Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.

Makale 103

Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.

Makale 104

İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.

Makale 105

Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.