Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Bu makalede şu açıklanacaktır:
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Eksiklik, fazlalık onunla belli olur. “Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân”1 Hak Teâlâ Hazretleri, derecesi engin olan semayı refetti (yükseltti).
Yükseklere çıkardı. Semadan yüksek olan mizanı, bol lütuf ve kereminden dolayı yükseltti. Aşağıya indirdi.
Terazi, yalnız çarşı ve pazarlarda gördüğümüz teraziler değildir. Terazi farklı ve üstün olanı belirleyip ayırma aracıdır ki her şey onunla tartılır. Belki çarşı terazileri de ondan çıkarılmıştır.
Bu makalede şu da ifade edilecektir:
Hak Teâlâ Hazretlerinin kullarından uzaklığı cimrilikten değildir. Son derecede eli açıklık ve sonsuz cömertlik eseridir. Nasıl ki güneşin dördüncü tabaka semada bulunması da böyledir. Kabul edelim ki eğer üçüncü tabakada bulunsaydı, bütün âlemi yakar, yeryüzünde bir tek ot bitmezdi.
Şu hâlde uzakta bulundurması rahmet ve şefkat eseridir. Bunun gibi, Hak Teâlâ Hazretlerinin Musa aleyhisselam’a yüzünü göstermeyip de “Len terani”2 buyurması cimriliğinden değildir. Belki sonsuz lütuf ve cömertliğinden ileri gelmiştir. Bunun cimrilikten olmadığını Musa aleyhisselam’a göstererek (SAYFA 109) teselli etmek istediğinden dağa tecelli buyurdu. Dağ Musa’nın gözü önünde zerre zerre dağıldı. Musa aleyhisselam anladı ki Hak Teâlâ’nın yüzünü örtmesi kendi hakkında tam rahmet ve sırf iyilikmiş.
Doğruluk daima mizandan gelir, sadakat ve mertlik de şüphe yoktur ki mertlerden beklenir. Mizanın mevkii çok yüksektir. Ey akıllı, buna iyice dikkat et ve anla! Mizan, bu pazarlarda görülen teraziler değildir, Allah’ın ilminden doğmuş bir şeydir.
O ilim, Hak Teâlâ Hazretlerinden hiç ayrılmaz. O nurun daima ışığı canlarda mevcuttur.
2680
O temyiz (iyiyi kötüden ayırabilme) yeteneği müminin kalbinde vardır. Ona gizli şeylere karşı kılavuzluk eder. Mümin o kuvvetle kendini insan ve cinden ayırır ve iyiyi kötüden seçer. Onunla herkes de ne olduğunu bilir ve herkesin kim (nasıl) olduğunu görür, anlar.
Bütün hâlkı onunla tartar, hepsinin mertebesi onun yanında belli olur. İfade edilen her sözü bilir, kesin bilgiyi zandan ayırmaya güç yetirir.
2685
Bu pazarlarda gördüğümüz teraziler o keyfiyetsiz (şekilsiz, biçimsiz) teraziden çıkarılmış olsa gerektir. Hepsini o mizandan çıkarmışlar, onlara gördüğünüz şekil ve suretleri vermişlerdir. O, levh-i mazhfuzdan, arştan daha yüksektir. Yere, insan ve cinler üzerine nurunu salmıştır. O, Hak Teâlâ’nın lütuf ve keremiyle gönüllerde parlıyor, sanki o iremden (cennetten) buraya (dünyaya) gönderilmiş bir güldestedir. Nasıl ki güneş, dördüncü kat semadan nurunu bize eriştirmektedir.
2690
Güneşten, belki yedinci kat semadan daha yüksek olan mizan da böyledir. O yüce âlemden bu alçak cihana şunun için indirilmiştir ki bu çirkin ve aldanma dolu dünyada bizim canımız da ondan mahrum kalmasın. Bu aşağıdaki âlemde, o yüksek âlemden daima can (hayat) nimeti alalım ve yiyelim. O şahın lütuf ve keremi sonsuzdur, yolunu yitirmişlerin hepsini haberdar eder (yolunu doğrultur).
2695
Kemali lutfundan cehalet üzerine ilim yayar, gazap kaynağından yumuşaklık çıkarır. Nasıl ki güneş, dördüncü kat semadan nurunu bize yolluyor. Onun visalinden mahrum kalmasınlar diye bize gücümüz ölçüsünde nur saçıyor. Güneşin bize gelen harareti, bizim dayanabileceğimiz derecededir. Yoksa ondaki hararete güç yetmez. Merhametinden dolayı o hararetten bize bu kadarını indiriyor. Hepimiz bu hararetle gıdalanmaktayız.
2700
Eğer fazla hararet gönderse âlem harap olur. Ne dağ, ne derya, ne de toprak hiçbir şey kalmaz. Şu hâlde bizden uzaklığı cimriliğinden değil, lütfundandır. Tâ ki bu uygun sıcaklıkla bize şarap ve meze; yiyecek ve içecek yetiştirsin.
Onun bu cömertliğinden türlü türlü nimetler ortaya çıkıyor. Şu hâlde bu uzaklık bizim için cömertliğin ta kendisidir, sonsuz derecede lütuf ve inayettir. Bundan dolayı yakından yüz göstermiyor.
(SAYFA 110) Hak Teâlâ Hazretlerinin kullarından uzaklığı da böyledir. Bu uzaklık kullar için hışım ve gazap değil
2705
tam bir lütuf ve rahmettir. Çünkü perdesiz yakınlığı zahmet olurdu.
Güneşin nurunun gökyüzünden geldiği gibi Hak Teâlâ Hazretleri de o nurun gücüyle hayatımız devam etsin, imanımız kuvvetlensin bu vesileyle onun varlığından haberdar olalım diye nurunu bize uzaklardan yaymaktadır.
O ki bizi bazen mutlu eder, bazen de gama atar.
Anne, çocuğuna büyüyüp yemek yiyecek çağa gelinceye kadar süt vermez mi?
2710
Sütten evvel yemek vermeye başlasa çocuk derhâl ölüme yüz tutar. Anne, çocuğa süt olsun diye ekmeği kendisi yer, çocuk ekmekteki gıdayı annesinin memesinden, sütünden çeker. Süt, o ekmektir. Fakat çocuğa ağırlık vermesin diye temizlenmiş, tortudan ayrılmıştır. Çocuğa et ve ekmek gibi gıdalar ancak bu süzgeçten geçtikten sonra verilebilmektedir.
İşte bunun gibi, Rabbimiz Teâlâ Hazretleri bize yüzünü aracısız gösterse ne genç tahammül edebilir, ne ihtiyar, hepsi helak olur.
2715
Bize lutfunu sözle gösteriyor ki söz can için bu deryada gemi hizmeti görsün. Hak’tan bize kelam bunun için gelmiştir ki bu suretle dipteki yaralarımız kapansın, görünüşteki mana artsın ve ruhu Hak tarafına yönlendirsin. Çünkü ruh, kuvveti hikmetten alır, nihayet rütbesi ondan artar. O dereceye kadar yükselir ki çokluklar içinde (kesrette) vahdete kavuşur.
2720
Şu hâlde onun uzaklığı ve perde altında gizlenmesi rahmetinden kaynaklanmaktadır. Ayrılık ateşiyle pişelim, kavuşma ateşiyle yanıp mahvolmayalım diye. Eğer doğrudan doğruya perdesiz görünseydi, bakanın içini de dışını da yakar, kül ederdi. Yükü devenin sırtına kolayca götürebileceği kadar yükletirler ki onu menzile tehlikesiz yetiştirebilsin, ağır yük altında kuvvetsiz düşüp kalmasın.
2725
Devenin yükü, taşıma gücüne göre olursa, seni menzile rahat rahat götürür. Eğer gücünden fazla yükletirsen, o işi nasıl başarabileceksin? Hak Teâlâ Hazretleri yaratıklarını hikmetiyle besler, büyütür, onları birer birer makamlarına eriştirir.
Gerçi sebepsiz ve hikmetsiz de her şeyi yapmaya kadirdir, her istediğini vücuda getirebilir. Her an bunun gibi yüz binlerce dünyayı ademden (yokluk) vücuda (varlık) getirmektedir.
2730
Sebepleri göstermiştir ki halk da yapacakları işe sebep arasın ve vesile istesin. Eğer Hüda-yı Teâlâ sebepsiz yapabileceği işlere bir örnek gösterseydi kimsenin eli ayağı kalmazdı (Yani sebepsiz de iş olurmuş diyerek işi tembelliğe vururlardı). İnsanlardan hiçbir şey meydana gelmezdi, hepsinin akılları mahvolurdu (çabalamaz, durgunluğa düşerlerdi). Fakat Cenabı Hak bu aklı atıl kalsın diye yaratmadı. İstedi ki faaliyete geçsinler, iş güç peşinde koşsunlar.
(SAYFA 111) Akıllıca ve tedbirle sebebe gidip iş yapsınlar.
2735
Mahlûklara örnek olmak üzere de semavat ve zemini altı günde yarattı. Tâ ki onlardan da böyle birçok işler vücuda gelerek birçok sır ve hikmetler görünsün. Akıllıca davranarak, garip sebeplerle acayip işler meydana getirsinler. Cihanda köşkler, saraylar meydana getirsinler de kendilerinin de birçok işler yapmaya güç yetirebileceklerini bilsinler. Özellikle ilim ve fen sahipleri tarafından birçok ilimler ve fenler bin çeşit sanatlar vücuda getirilsin.
2740
Bağlar, bahçeler işlenir, saraylar köşkler kurulur fakat hepsi de bir takım sebeplere dayanır. Bunlardan hiçbiri sebepsiz meydana gelmez. Sadece talepte kalsalar da faaliyete geçmeselerdi bunları yapabilirler miydi? Yalnız irade ile iş gören Halik-i Teâlâ’dan başkası sebeplere yapışmadan bir iş görebilir miydi? Halik Teâlâ her an ademden varlık çıkarır, tekrar yok eder. Dersin ki önceden yokmuş onu yaratılmıştan ayıran işte bu noktadır (Yaptığı işlerde aletlere ve sebeplere ihtiyacı olmadan iradesinin yetmesi).
2745
Cenabı Bari bu benzersiz kudretiyle tek varlıktır. Ortaksız, yardımcısız, sebepsiz yapabilir. Bu konu bitmez, tükenmez. Baştan başla da çavuşların sırrını şerhe devam et. Tâ ki o eşsiz sultandan haberdar olsunlar. Dertle derman onun çavuşları (yol göstericileri) düzeyindedir. Her ikisi de seni ondan haberdar ederler. Bu itibarla ikiyi bir gör, iki deme! Fakat başka cepheden bakıldığı zaman bir görünmezler. Şüphe nasıl kesin gibi istenen olabilir?
2750
Cennetle cehennem şu yüzden bir olurlar ki ikisi de ilahi adaleti gerçekleştirir. Kâfirleri cehenneme layık, müminleri naim cennetine layık bil. Kötünün layığı, kötü olmalıdır ki adalet de budur. İyilerin layığı da bolluk ve nimetlerdir. İşte bu yüzden her iki nakış birleşir, yer ile gök arasında fark kalmaz. Gök de yer de Hakk’ın sonsuz büyüklüğüne ve azametine muhataptırlar. Her ikisi de o kudretten haber verir.
2755
Hakikâtte ikisini bir gör, o ihsan sahibinden gelen her şeyi ihsan bil! Fakat onlara bu yüzden bakarsan o iki suretteki çeşitlililiği nasıl eşit görürsün? Mutlak adil olandan gözünü ayırırsan onlar birbirine nasıl eşit ve birbiriyle nasıl birleşik görülebilir. Ebu Cehil karpuzunun acılığı şekerin tadına uyar mı? Taş, cevher gibi makbul olabilir mi? Sıhhatle hastalık birbirine benzer mi? Veya arpa miktarı altın bir kantar hazineye eşit olur mu?
2760
Birbirine denk olmayan bu şeyler, yaratıcıya göre birdir, ama halka göre bir değildir. Hepsine bir demek, o yüzden doğru olur. Bu yüzden hatadır. Bu bahsin de sonu ve bitimi yoktur. Bu şerh ve açıklamadan gene dönüyoruz. O söze ki bundan evvel demiştin; canın seveceği söz odur. Tâ ki o söz yarı çiğnenmiş (yarım) kalmasın. Çünkü o, deryaya nispetle gemi gibidir.
2765
O deryayı gemisiz katetmek imkânsızdır. “Lâmekâna” (mekânsıza) sözsüz kim ulaşabilir?
(SAYFA 112) Orada idik ki insan kendinde bir nur gördüğü zaman her ne kadar içinde hayır ve şer varsa da o manadan başka manalar da vardır. O aziz kendini nur bilir, nurdan başka hiçbir şeye bakmaz. Hakk’ın ikramından nuruna gıda arar, bağışlarından ruhuna nimet talep eder.
2770
Tâ ki cevheri (özü ön plana çıksın) artsın, arazı (sıfatları, sonradan eklenen özellikleri) gitsin. Her ikisinden de geçip amaca yönelsin. Hakk’ın bu icattan garazı (maksat ve hikmeti) nedir? Talepteki maksudunu bildiği zaman, mabudunu çabuk görür. Hak Teâlâ Hazretleri mahlûkatı zulmetten yarattı. Her canın başına ondan (yaratıcıdan) bir nur damladı.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.