İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Bu makalede şu açıklanacaktır:
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Şu da ifade edilecektir ki: Kâbe ‘nin şerefi ve büyüklüğü şu sebepledir ki; onu İbrahim aleyhisselam bina etmiştir. Vücut, candan dolayı aziz olduğu gibi, Kâbe de Hazreti Halil’in binası olmak itibariyle azizdir. Kâbe’nin bütün yönleri kıble olduğu gibi, can kâbesinin de böyle olması kaçınılmazlığı açıkça ortadadır. Ve şunu da şerh edecektir ki Hazreti Allah Celle Şanühü kendi şerefli isimlerinden ayrı değildir. Her kim ayrı görürse kör demektir. Şöyle ki: Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin manaları onun ayet ve sözlerinden ayrı değildir. Manayı ayette görmeyen, cahildir. O cehalet, bir âlimin eğitmesi ile yok olunca ondan sonra manayı (SAYFA 296) ayetin lafzında görür. İşte bunun gibi, bir şahsın Hüda’yı isimlerinden tanıyamaması, evliyanın sohbetinden mahrum kalması ve Hakk’ı isimlerinde görememesi cahillik ve körlük sebebiyledir.
Cisimlerin ruha sahip olduğu gibi, sözler de manaya sahiptirler.
Gönül sazıyla demsaz olmak üzere, bu defa da başka bir şekle başlıyorum. Gönül sazı, can içinde gizli olan aşktır. Ne bemolu var, ne diyezi. Her ses o sazdan duyulduğu hâlde o, sessizdir. Gönül kilidi ona anahtarsız olarak açılır.
7815
Kendi suretten arınmış olduğu hâlde bütün suretler ondandır. Rengi, kokusu olmamakla beraber renklerin, kokuların kaynakları da odur. Suret, suretsizden haber verir. Eser der ki sanatkâra, bak onu gör! Nasıl ki nakışlarda nakkaşı, boyamalarda boyacıyı görürsün. Kesin olarak bilinir ki eser sanatkârın göründüğü yerdir. Sanatkârı daima eserde görmeye bak! Yön faktörü o yönlerden münezzeh olandan meydana geldi. İyilerin kabul edilip kötülerin reddedilmesi de ondandır.
7820
Bu cihan yokluktan varlığa gelmiştir. Bundan dolayı yokluk, her varlığın aslıdır. Âşık olacaksan, yokluğa (gaip olan Allah) âşık ol ki ondan yüzlerce lütfa nail olasın. Yokluğa git, çünkü varlık yokluktan gelir, onun zevk ve neşesi şarapsızdır. Her kim yokluğa giderse ebediyet bulur, yokluk ona hem şarap, hem sakidir. Her kim ten günahlarından geçerek can deryasına giderse, balıklar gibi orada gezinirse,
7825
o, yokluk gibi varlığın aslı olur. Âlem halkına lütuf ve cömertlik ondan erişir. Haydi, isteğini yokluktan iste, o, fakirleri zengin eder. Ey Kâbe arayan, git, yokluğu kıble edin, tâ ki sana Kâbe perdesiz olarak görünsün. Hakikâtte Kâbe, yokluktur. Kıble o tarafadır. Böyle Kâbe’de olanın kıble aramasına lüzum var mı? Değil mi ki Kâbe’de namaz kılmak kolay olur. Çünkü neresine yönelsen kıbleye yönelmiş olursun.
7830
Orada ön ve arka, her taraf kıbledir. Yüz gibi ki neresinden istersen öpebilirsin! Yanak, alın, dudak, çene her yeri öpücük yeridir. Kesinlikle bil ki Kâbe’nin canı Hak eridir. Can Kâbe’sini can gözüyle gör! Gerçi vücudun da kıymeti vardır. Fakat onda ruhtaki güzellik ve letafet nerede! Belki tendeki güzellik de candandır. Yoksa cansız vücut saksıdan farksızdır
7835
belki ondan da aşağıdır. Çünkü saksıdan kimse tiksinmez, fakat cansız cesetten herkes ürker. Şu hâlde vücuttaki güzellik candan gelerek orada yerleşmiştir. Git, öyleyse cana talip ol ve onu sev! Çünkü can, o menzil köşkünün kapısıdır. Candan geçtiğin zaman, canan gönül derdine derman olur. Kâbe’nin canı merd-i Hüda olunca, artık ondan eğri ortaya çıkmaz. Ancak doğru gelir. (SAYFA 297)
7840
Onun sözü, fiili Hak’tandır, ondan değil. O ancak Hakk’ın elinde bir alettir. Onun zatı, boydan boya kıble ve Kâbe’dir. Onu fena görme ki Hüda onu iyi yaratmıştır. Dünyada Kâbe, bir merd-i Hüda eliyle yapılmış olmasından dolayı azizdir. Hazreti İbrahim, onu Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) işleri için bina etmiştir. Tâ ki müminlere kıble olsun, namazlarını o tarafa kılsınlar, secdelerini o yöne yapsınlar.
7845
Kâbe o yüzden aziz oldu, âdemoğullarına canın aziz olduğu gibi. Kâbe, kurucusu yüzünden bu kadar izzet ve şerefe mazhar olursa, acep bizzat kurucusunun ne kadar aziz ve şerefli olması lazım gelir? Çünkü o, can gibi bakidir. Hâlbuki Kâbe cisimdir (fanidir). Bu (Kâbe), isim, o (kurucusu), isimlendirilen gibidir. Onun hâli dil ile şerh olunamaz, onu Hak’tan başka kimse bilemez. Onu (merd-i Hüda’yı) herkes kıble edinemez. Bu, derdi olanların nasibidir.
7850
Dertten maksadım, aşk-ı Hüda derdidir. Ekmek, su derdi değil. O âşıkların Hak’tan başka maksudları yoktur. Hak yolundaki engelleri yok edecek şey, yalnız derttir. Bu yolda ancak dert iş görür. Her kimin derdi yoksa ölmüştür (cemattır). Diri göründüğüne bakma, ölüdür. Dertsizliği, Hakk’a karşı perdedir (dünyanın perde olduğu gibi). Perdenin Hakk’ın güzelliğinden ne haberi olur? Güzel yüze talip olan, o gönül çelenden başkasını istemez.
7855
Yanında Hak’tan başka her şey, “la” (yok) olur. Hak Teâlâ, yüzünü perdesiz ondan gösterir. Onda gerek iyi, gerek kötü, gerek hakir, gerek aziz, Hüda’dan başka bir şey bulunmaz. Allah’tan gayrısı aradan çıkınca yalnız Allah kalır, kul, varlığından fani olunca şah olur. Talibin makamı bu mertebeye erince, söz de söyleyeni görür. Yerde gökte ne kadar mevcut varsa. Adları alanlar, adlarından ayrıdır.
7860
Her isim, adlandırdığının aynı olamaz. Mesela, ekmek ismi, ekmeğin kendisi değildir. Bütün eşya böyledir. İsimleri ile isimlendirdikleri ayrı ayrı iki şeydir. Fakat ilahi isimler böyle değildir. İsimle isimlendirdiği birdir. Bunda şüphe yok. Zat-ı ilahi, esmasından ayrı değildir. Kendi isminin içinde görünür. Nasıl ki sözün manası sözün içine dolmuştur, gemiye yükletilen meta gibi.
7865
Tende can dolu olduğu gibi her ayetin manası lafzında doludur. Manayı tanıyanlar için, ayetten manasını anlamamak mümkün değildir. O, ayeti mealsiz okur. Çünkü manasını tam olarak bilir. Sözden anlamı çıkaramayan kimse, zarfın içindekinden gafil kalır, zarf gibi o lafızdan, o kelamdan mahrum olur, mana ona kapalı kalır.
7870
Bir kimse ona, o lafzın manasını söylediği vakit derhâl gül gibi açılır. Ondan sonra o sözden fayda görür ve o faydadan yemeğe başlar.
(SAYFA 298) Şiirler ve diğer lafızlar da böyledir. Okuyan kimse ne demek istediğini anlamazsa, şaşar kalır. O şiiri, o ibareyi papağanın okuduğu gibi, kendi aklı yettiğince birleştirme ve düzenleme hataları bulmaya yeltenir. Hata ve cehaletin kendinde olduğunu ve o delip geçen bakışlara sahip olmadığını fark edemez.
7875
Sözdeki manayı görebilmeli yahut fazla ve noksanını anlayabilmelisin. Eğer gözün varsa, isimle müsemma arasında hiçbir şekilde ayrılık görmezsin. Gözünü aç, kendine gel! İsimlerde isimlendirilenin güzelliğini seyret, ad verileni bizzat isimde gör! Eğer böyle görmezsen senin körlüğüne verilir. Gönlü diri olanı, ruhu ölü olan nasıl görebilecek? Bir şeyhin yanına git de sana öğretsin, tâ ki her isimde müsemmayı göresin.
7880
Tâ ki Hakk’ın, kendi isminde olduğu açıkça belli olsun da hiçbir ismine sitem etmeyesin. Hakk’ın isimleri isimlendirilensiz değildir. Şeyhin ihsanlarında da Hakk’ın eli vardır. Öyleyse, sen isimleneni isimlerde gör. Dinin yüzünü namazda, zikirde (ibadette) gördüğün gibi. Ayetin tefsirini âlimlerden öğren ki onun sırrından haberli olasın. Üstat, sana onu şerh ettiği zaman, manayı kelimelerde görürsün.
7885
Müşkülleri üstatlar hâlleder. Cahil adam, o büyükler sebebiyle değişime uğrar. Cehaleti ilme dönüşür. Fakat ilahi isimleri evliyadan iste ki sana layıkıyla çareler sunsun. Sana bir nur bahşetsin ki onunla, Hüda’yı açıkça isimlerinde göresin. Ondan sonra, artık Hüda’nın, isimlerinden ayrı olmadığını, o cemalin isimde apaçık olduğunu görürsün! Halkın cisimleri ruhların elbiseleridir. Ruh bir şahıs, vücut onun elbisesi gibidir.
7890
Nur-ı Hakk’ın kıyafeti de Hakk’ın isimleridir. Hakk’ı gören kimse, onu isimlerinde görür. Cisim, candan ayrılmadığı gibi, Hüda da isimden ayrılmaz. Bu, bu kadar izah olunabilir. Eğer idrak sahibi isen, bu ilginç sır, sana açılır. Merdan-ı Hüda’nın ilmine herkes nerede yetişebilecek? Bu mertebe, değme adamlara nasip olmaz.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.