Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
Bu makalede şunlar açıklanacaktır:
(1) Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir. İtaatsiz gafilleri kınamışlardır. Her kim o amaçlarla söz söylerse -isterse aynı ibare ile olmasın- aynıyla onların sözlerini söylemiş olur. Bundan dolayıdır ki: “Ebu Hanife Rahimallah”a göre Arapçasını iyi okuyanlar için dahi namazda Kur’an’ı Farsça okumak caizdir. Arapçasını okumasını bilmeyenler için ise (başka dilde okumak) bütün mezheplerin ortak kararıyla uygundur (caizdir).
(2) “Tefekkuru fi alaillah ve la tufekkiru fi zatillah.” hadisi şerifi izah olunacaktır. Meal-i şerifi, “Allah’ın nimetleri hakkında düşünün, zatı hakkında fikir yormayın!” Nasıl ki baharın bizzat kendini görmeye çalışmak insana sıkıntı ve durgunluk verir (çünkü bahar gözle görülmez). Nasıl ki ağaçlara, çiçeklere, bağlara, bahçelere bakmak insana ferahlık verirse, Bari Teâlâ Hazretleri’nin kendisini (zatını) düşünmek de öyle olur. Bundan dolayı, Cenabı Hakk’ın zatı hakkında fikir yormamalı, yalnız eserlerini seyrederek onlarda ortaya çıkan kudret ve sanatın hayranı olmalıdır. Sanatkârı sanattan izlemelidir.
(3) Öğrenci, üstadının bütün ilimlerini öğrenince aynı üstat olur. Yani manen her ikisi birleşerek bir olurlar. “Buistu muallimen” (Ben muallim olarak gönderildim.) buyuran Cenabı peygamberimiz halkı aydınlatmak ve yetiştirmek için gönderilmiştir. Her kim onun izini -o makama, o bağa yetişecek derecede- takip ederse aynı o olur. Sureten iki görünseler de manada bir olurlar. Mesela, aynı sudan iki bardak doldurulsa, suya bakanlar bir, bardağa bakanlar, iki görürler.
(SAYFA 135) Ey oğul! Burada ne söylediysem, onların cümlesini baştanbaşa Hakk’ın ilhamı bil! İyi bil ki onlar benden bensiz (gayri iradi) ortaya çıktı. Bilirsiniz ki âşıkı harekete getiren, aşktır. Bu sözlerin söyleyeni Veled (Sultan Veled) değil, aşktır. Hakikâtte ise hep Hüda’dandır.
3365
Şeriatten, tarikatten söylendi, hakikât ve esrar incileri delindi. Bu Mesnevi’de hadsiz hesapsız… Fakat cihanda manayı anlayacak bir adam hani ki onun üçünün de onda derlendiğini görsün. Her ne kadar bu gizli ise de o, açık olarak görsün. Yaş, kuru hep bunda mevcuttur. Bunu okuyan, görür ve anlar ki yerde gökte ne kadar ilahi sır varsa hepsi bunda derlenmiştir.
3370
Bir sözü yüz anlamla açıklarsan, can için kurtuluş vesilesi olur. Halk, ondan kastedilen anlamı anlar. Açıklamadan kasıt, anlatmaktır. Harf, hece, söz fayda içindir. Nasıl ki sofra yemek için kurulur. Yemek olmazsa boş sofra neye yarar? Bunun gibi faydasız söz de hatadır. Görüntüden kasıt anlamdır. Manayı aramayan kimse boştur, beyhudedir.
3375
Cihandan amaç da Hak Teâlâ’yı bilmektir. Onu bilmeyen cansız cisim sayılır. Eğer arifsen, dünyadan Hakk’ı bil! Cismini canın mekânı etmeye çalış. Hak Teâlâyı bilmek, canın kurtulmasına sebeptir. Hayatın kendisine gitmek, ölümden kurtulmaktır. Söz, bir şey anlatmak için söylenir. Dünyayı (kâinatı) söz bil! Manası Allah’tır. İncil’de, Tevrat’ta, Kur’an’da ve hafızalarda ne varsa,
3380
hepsi burada kesin delil ve bir büyük ispat ile birer birer açıklanmış, güneş gibi meydana çıkmış ve aydınlatılmıştır. Ne mutlu o cana ki bunlarla beslendi. Her kim bunlarla gıdalanırsa ruhani olur, nefisten geçer, rabbanî olur. Bir makama erişir ki öyle yüce ve sonsuz, Cibril bile yol bulamamıştır. Hazreti Muhammet’ten (s.a.v.) başka bir kimseye o vuslat nasip olmamıştır. Çünkü o yakınlık ondan başkasına kolaylaştırılmamıştır.
3385
Kendi ümmetini de oraya eriştir. Köleler sultandan ayrılır mı? Değil mi ki üstadından icazet alan talebe üstadı gibi usta sayılır. Sanatı ondan iyice öğrendikten sonra onun aynı olur. Nakşı, namı bırak! (Onlardan yüz çevir!) Onun elinden gelen şeyler, bunun elinden de gelir. Çünkü bu da sanatında üstadı gibi kâmil olmuştur. O filiz, onun canının da filizi oldu.
Her ikisi de o sanatta aynı kemali, aynı dereceyi buldu.
3390
Nakış ve isim farkını bırak da ikisini bir bil! Çünkü öğrencisi hocası gibi tamam oldu. Eğer üstat, öğrencisiyle iftihar ederse, hakikâtte kendisiyle iftihar eder. Çünkü üstadın ilmi onda kendini göstermiştir. Üstadın bütün bilgileri ona geçmiştir.
Üstadın ilmi tamamıyla öğrencisine geçmiş, talebe bir kedeh gibi, üstadının bilgileriyle dolmuştur.
(SAYFA 136) Üstadın talebesine olan muhabbeti kendinedir. Çünkü onda gördüğü, kendi yüzüdür.
3395
Öyle değil mi ki aynaya baktığında gördüğün ve sevdiğin yüz, kendi yüzündür? Müminler, birbirlerinin aynasıdır. Şundan dolayı ki hepsi de peygamberden doldular (feyz aldılar). Bundan dolayıdır ki Cenabı Mustafa aleyhisselam ümmetiyle her zaman iftihar ederdi. Hakikâtte ise kendiyle iftihar ederdi. Bunu canıgönülden kabul et! (İnan) Hak Teâlâ Hazretleri de enbiyasıyla iftihar eder. Çünkü onlar da kendi deryasından kaynayan nehirlerdir.
3400
Şu hâlde deniz, nehirle iftihar ederse, kendiyle iftihar eder, başkasıyla değil. Çünkü ırmak, suyunu o denizden alıyor, aynı sudur başka olamaz. Her ikisi de ayrı varlıktır diyerek iki sayma! Görüntüden geç, manaya yönel! Ben bu bahsi daha çok açıklarım, yâr gibi yabancı da anlasın diye. Fakat yazık ki el, yârân gibi yola gelmiş değil.
3405
Yâr için de bu kadarı yeterlidir ki onların canı daima aydınlatılmaktadır. Bir testi, küpten dolarsa, suyu iki saymak doğru olmaz. Su iki değildir, kabı ikidir. Eğer bunu anlamaz ve böyle söylemezsen gafilsin! Her kim manaya giderse, mana olur.
Surete giden de suret olur. Ehl-i suret Hüda’dan kopmuşlardır. Ehl-i mananın ise Hakk’a bağları, bağlılıkları vardır.
3410
Çünkü Hak manadır. Renk ve koku dünyasındaki suretler ondan vücut bulmuştur. O cihan, bağımlılığı mecburiyeti olmayan bahara benzer. Gözden uzak ve gizli bir manadır. İlkbaharın rengini ve nakşını görmek mümkün değildir. Çünkü o, renksiz ve nakışsızdır. Ancak onun renk ve letafeti açıktan açığa ağaçlarda, çiçeklerde, meyvelerde görünür. Dağlar, sahralar güllerle, yaseminlerle dolar. Yeryüzünde ondan sayısız gül bahçeleri meydana gelir.
3415
Hüda’yı da böylece -gerek iyi gerek kötü- sanatında seyret! Dünyada kendini halkta ve halkın ahlâkında gösterir ki sanatı aracılığıyla sanatkâr tarafına yönelsinler, sanatçıdan haberdar olsunlar diye. Konuyu olabildiğince açıklıyorum. Yoksa o anlam açıklamaya, anlatmaya sığmaz. Şu ümitle ki onu kavrayabilesin, arada cisim engeli olmaksızın can tarafına gidesin.
3420
Benim gibi, o boyutsuz cihana koşasın, görünenden geçesin (dünyadan alâkayı kesesin). Sınırı, sonu olmayan bir âleme yönelesin ki orada Hüda’dan başka kimse yoktur. Bu çokluk meyvelerde, dallarda, yapraklardadır. İlkbaharın ne adedi var, ne biçimi. Daima canıgönülden mana tarafına yol al ki ruhlar gibi nakışsız, suretsiz gidesin! Ten ve suret kalmayınca cana mekân olur, balık gibi canan deryasında yaşarsın!
3425
Kendi kendine yüz sene ibadet etsen bir mürşidin olmazsa bu vuslat nasıl meydana gelebilir?
(SAYFA 137) Ey ruhu diri olan! Bir merdin eteğine sarıl ki seni gizli hazineye eriştirsin. Onun mertliği sana da sirayet etsin, onun tekliğinden (vahdet) senin ikiliğin (kesretin) zail olsun. Sen, iki vücudun birleşmesinden meydana gelmiş bir kubbe ol! Bir cihan ki oraya ikilik sığmaz. Zıtlardan, benzerlerden, adetlerden her şeyden geçer, onun gayretiyle ehade vasıl olursun!
3430
Onun çabasıyla bu fani vücutta meydana gelecek gelişimi, ilerlemeyi onsuz yüz bin senede bulamazsın! Onu görmek, Hakk’ı görmektir. Vasl-ı Hüda’yı ondan iste! Çünkü o, Hazreti Hakk’ın seçkinlerindendir. Şüphesiz onun da Hak gibi yetki gücü vardır. Eğer sana lütfen rehberlik ederse, seni o nura kavuşturur. O gerçek mert, Hüda’nın itibar ettiklerindendir. Günahkârlar onun şefaatiyle kurtulur.
3435
Öyle mert nadir bulunur. Ara! Allah ondan başkasına yüzünü göstermez. Onu bulunca aynı o olursun! Feleklerde, melekler gibi ayaksız yürür gezersin. Artık ne bulaşıcı hastalıkların sirayetinden korkar, ne de dinsizlerin dokunmalarıyla dinsiz olursun. Mertlerin sohbetini tercih et ki ticaret oradadır, çünkü Hüda senden hoşnut olur. Çünkü Hakk’ın istenilen bakışı ancak odur. Gönlünde yer tut ki o zaferi bulasın.
3440
O sayede sen de Hakk’ın seyrettiklerinden olursun, bu lütfa ona talebe olmak yoluyla erersin! Değil mi ki onun düşüne dost oldun. Bil ki ona da yâr ve yakin oldun! Müminlerin ödülü ondan dolayı cennet oldu ki Resulü Kibriya’ya candan gönül bağladılar. Kâfirler de dilenciliğe onun için hak kazandılar ki o tatlı suya (Hazreti Peygamber’e) düşmanlık ettiler. Onlara da abıhayat gelmişti fakat eşeklikleri yüzünden böyle mübarek bir sudan içmediler.
3445
Hayatı bırakarak ölüme koştular. O abıhayatı müminler içti.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.