Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.
Bu makale şunu açıklayacaktır:
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır. Onun sanatı ve kudretinden birliğini bilirler ve herkes ona kulluk eder. Sanatkârdan (Sani-i Teâlâ) haberdar olmak kolaydır. Büyük küçük herkes, gök ve yer, feleklerin devrine bakarak Sani-i Teâlâ’yı tanır. Fakat merd-i Hüda ancak esrarından tanınabilir ki bu rütbe herkese nasip olmaz. Her akıl bu sırları idrak edemez. Musa aleyhisselam, kudretli ve büyük bir peygamber olduğu hâlde Hak Teâlâ Hazretleri’nden niyaz ile (SAYFA 299) bir Merd-i Hüda’yla arkadaşlık istedi. Hak Teâlâ, Hızır’ın arkadaşlığını ona nasip eylediği hâlde Hızır’ın esrarını anlayamadı. Anlaşıldı ki merd-i Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü evliya, Hakk’ın esrarıdır. Şunu da ifade edecektir ki: “İnsan, kendi gözüne her şeyden ziyade yakın olduğu hâlde onu görmüyor. Hâlbuki o gözler yakın, uzak her şeyi görüyor. Bunda şaşkınlığa yer yok. Hak Teâlâ Hazretleri insana her şeyden, hatta gözünden de yakın olduğu ve insan her şeyi onun nuruyla gördüğü hâlde onu görmüyor.
Öyle değil mi ki Hazreti Musa risalet saltanatıyla hürmeti hak etmiş kelimullah olduğu hâlde Cenabı Hakk’a dua ederek
7895
seçkin evliyadan biriyle sohbet etmek ve yüzünü görüp dertlerden kurtulmak temennisinde bulundu. Cenabı Hak duasını kabul buyurarak Hızır’ın güzel yüzünü ona gösterdi. Hazreti Muhammet aleyhisselam ki Sultan-ı Resul idi ve yüce kişiliğine aklı kül hayrandı. Kalbindeki arzunun sevkiyle bir gün ashabıyla beraber kıra çıkmıştı. O esnada vakit vakit şu sözleri söylerdi: ‘’Bana Yemen tarafından Hakk’ın kokusu geliyor.’’
7900
Çünkü sabah yeli, Üveys’in kokusunu –yöne bağlı olmaksızın- uzaklardan ona eriştirmişti. Bundan dolayı canıgönülden ah ederek o gizli kardeşin vuslatını arzuyla “Vâ şevkâ ilel’ikâi ıhveti!”1 diye nida ederdi. Cüneyt, Şiblî ve Gerhî gibi evliyayı kiramın içleri de bu şevk ateşiyle yanardı. Hepsi de canıgönülden bir merd-i ilahinin sohbetini isterlerdi. O merd-i ilahi ki unsurlar dünyasında oldukları hâlde dünya ile alâkaları yoktu. Bu cihan içinde bulundukları hâlde, Hüda gibi, cihandan uzak, göz nuru gibi gözlerden saklıdırlar.
7905
Belki göz nuru içinde saklı nurdurlar. Bu manayı anlamak için suretten geçmek lazım. Öyle değil mi ki insan, göz nuruyla eşyayı kırmızı, beyaz, sarı renkleriyle gördüğü hâlde ne gariptir ki o gözleriyle gözünün nurunu göremiyor. Kendine her şeyden yakın olan bu nur, ondan uzak bulunuyor, uzak şeyler de o nur sebebiyle yakın görünüyor. Cenabı Hak da sana her şeyden yakındır. Onun nuruyla insanları, çobanı, sürüyü gördüğün,
7910
her nefeste yüzlerce âlem seyrettiğin hâlde o nur senden gizli kalıyor. Bir küp gibi ki saf su ile dolu olduğu hâlde körlük güdüsüyle oraya buraya koşarak su arar. Bil ki Hakk’ın gizliliği açıklığındandır, bedendeki can, gözdeki nur gibi ruhların yaratıcısı, nârdan ve nurdan daha açık olduğu hâlde ortada oluşundan dolayı görünmüyor. Hak Teâlâ ezelde kâfirlere ruh-ı nâri, müminlere ruh-ı nuri verdi.
7915
İyi, kötü hep oradan (ezelden) gelmektedir; her ne kadar burada ortaya çıkıyorsa da şüphe yok ki iyi, kötü başlangıçtan vardır. Bunu Cenabı Peygamber buyuruyor. Bununla beraber merd-i Hak fenalığı iyiliğe değiştirebilir. Bu zor işi başkaları hâlledemez.
(SAYFA 300) Onun iksiri bakırı altın eder, altını, daha değerli bir cevhere dönüştürür. Cevheri de kıymetçe daha üstün bir maddeye çevirebilir. O celili’l-kadr böyle yüzlerce yetkiye sahiptir.
7920
Anadan doğma körlere göz bağışlar, cahil ve ahmaklara ilim ve zekâ verir. Merdana olan aşk, Hüda’ya olan aşktan daha yüksektir. Çünkü onlarda Hüda’nın gizli sırları vardır. Kesin olarak bil ki Hak, kendi sırrına âşıktır. Merdanı seven, Hakk’ın dostudur. Kâfirler de Hakk’a ibadet etmiyorlar mıydı? Hepsi de dinlerine göre, iyilik ve ibadetle uğraşmıyorlar mıydı? Fakat Muhammet Mustafa’yı (s.a.v.) tanımadıkları için bütün ibadetleri heba oldu.
7925
O serkeşlik yüzünden hepsi de Allah’ın düşmanı sayıldılar. Her ne kadar başlangıçta bir millet idiyseler de müminler onlardan seçildi. Hazreti Muhammet (s.a.v.), mihenk gibi, gerçek parayı sahte paradan ayırt etti. Kuyumcu olmadan, gözlere gümüşlerin hepsi bir görünür. Fakat bir sarraf gözüyle bakılınca hepsinin bir olmadığı anlaşılır. Şüpheli ile kesin nasıl beraber olur? Sarraf, sahteleri birer birer çıkarır atar.
7930
Şu hâlde reddedilecek olanlar ona malum olur, onun incelemesiyle iyi kötü anlaşılır. Her peygamber böyle birer sarraf idiler. Onların gönderilmeleriyle istenen ve istenmeyen seçildi. Âdem (a.s.) zamanından tut da zamanımıza kadar gözden geçir. Yükseğin alçaktan nasıl seçildiğini gör. İblis de semada meleklere karışmış ve onlardan sayılmıştı. Âdemin (a.s.) mihenk nuruyla onlardan ayrıldı. Nezd-i Hüda’da ezelden kovulmuş ve kâfirlerden birisi idi.
7935
Kur’an-ı Kerim’de “ve kâne minel kâfirîn”2 “İblis kâfirlerden idi.” buyrulmuştur. Çünkü onun küfrü ezeliydi şimdi, yani sonradan kâfir olmuş değildi. Fakat Âdem aleyhisselam vücuda gelinceye kadar foyası meydana çıkmamıştı. Âlemde bütün yaratılmışların sevgilisi Allah’tır. Onun kulluğundan habersiz olan yoktur. Bunu herkes anlayabilir fakat merd-i Hüda’yı anlamak güçtür. O, herkese nasip olmaz. Çünkü merd-i Hakk’ın işareti ilm-i ledün kaynağından fışkıran sözlerdir.
7940
Söz ise cisim değildir ki Allah’ın eserleri gibi açıkta olsun da herkes görsün ve anlasın. Velinin nişanı, Mesnevi’nin ifade ve benzetmeleri gibi, manevidir. Herkes onun hâl ve sözüne nereden erişebilir ki? O ruhtan ve cisimden münezzehtir. Saf ve incelikleri görebilen ruh lazımdır ki bu sağlam sırrı anlayabilsin. Merd-i Hak, enbiyaya bile gizli idi. Enbiyadan onlara ahbap olan, nadirdir.
7945
Bu sözü candan kabul etmek için Hazreti Musa ile Hızır macerasını hatırlamak yeterlidir. Fakat Allah’ın (c.c) eserleri ortada olduğundan büyük küçük herkes onlardan sanatkâra ulaşabilir. Herkes yer ve göğe -ibretle- bakarak Hüda-yı Zülcelâli tanıyabilir. Eser olmasaydı sanatkâra geçiş mümkün olmaz, herkes ondan gafil bulunurdu. (SAYFA 301) Bundan dolayı Hüda’yı tanımak kolaydır, çünkü eser, bir sanatkâr ister.
7950
Evliyayı tanımak gibi güç değildir. Onları gayret-i ilahiye, bakışlardan gizlemiştir. Cenabı Hak “Velilerim kubbelerim altında gizlidir. Onları benden başkası bilemez.”3 buyurmuştur. Onların hâlini benden gayrı kimse bilmez, sözlerini halkın kulağı duymaz, anlamaz.
Akıl olmasaydı, aklın varlığı -yıllarca araştırılsa- bilinemezdi. Aklın, akıllılarla temas etmekle artar. Bundan dolayı akıllıdan başkasıyla görüşme!
7955
Şöyle ki ilim arıyorsan, gece gündüz koşsan, çaba ve gayret etsen, bir âlimle birleşmedikçe, ondan ders almadıkça isteğine eremezsin. Bir velinin aracılığı olmaksızın Hakk’ı aramak (ona kavuşmak istemek) da böyledir. Öyleyse onun eteğini sıkı tut ki Hüda’nın vuslatına eresin. Çünkü onsuz (velisiz) Hüda’ya vuslat mümkün değildir. Akıl aramak fena bir hareket değildir, fakat akıllının sohbeti bu talep ve arayıştan daha iyi, daha amelidir.
7960
İlim istemek de iyidir, fakat bunun en doğru yolu, âlim aramaktır. Hüda ile ve zikr-i Hüda ile meşgul olmak da doğru bir harekettir, dine kuvvet verir. Fakat bir veli ile bulunmak daha iyidir ve kısa yoldur. Maksadın tamamen ondan hâsıl olur. Peygamberler, bu hikmetten dolayı gönderildiler. Yoksa halk evvelden de taatte idiler. Peygamberler gelmeseydi vasl-ı Hüda kimseye nasip olmazdı.
7965
Muhammet Mustafa (s.a.v.) onun için, herkes ondan ilim ve sefaya ersin diye, “rahmeten lilâlemin”4 oldu. Ey akıllı, bu nokta üzerinde yeterince düşün ki bu fikir seni gafletten kurtarsın. Git, Hak erlerine kul ol, onlar gibi sen de diri ve sürekli ol. Sözün kısası, merd-i Hüda’ya talip ol ki sırr-ı Hüda sana açılsın. Tâ ki sürekli Hakk’ın seyrettiği sen olasın, evliyayı kiram ile bir arada ve yâr olasın.
7970
Ey genç, bildiklerimizi, bu kitapta çeşitli şekillerde ifade ettik. Şansı olanlar sözümüzü tutarlar, canıgönülden Hak erlerine muhabbet ederler. Bundan böyle halk için ortaya konacak bir özür ve bahane kalmadı, hepsine sarayın yolunu gösterdim. Arştan, kürsten daha yüksekte olan o sarayı yere indirip kendilerine arzettim. Cenabı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’inde “İnnâ nahnu nezzelnez zikre”5 buyurduğu gibi,
7975
biz de kendi zikrimizi halkın anlayabileceği dereceye indirdik. Gerçi bu zikir, yüksek ve gizli bir mevzu idi. Fakat biz onu halk için sadeleştirerek anlatmaya çalıştık. Adet-i ilahiye bizim sırlarımızda harf, söz ve ses görüntüsüne bürünerek kendisini gösterdi. O esrar ki evliyayı kiram onları herkesten gizli tutarlardı. Her kulağa girmesin diye. Çünkü ayak takımı, ona layık değildir.
7980
Ben onları iyiye, kötüye, herkese açıkladım ki herkes vakıf olsun. (SAYFA 302) Tâ ki halktan gizli tutulan incelikleri son zamanımda herkese bildirmiş olayım. Bu beyanın son haddi budur. Bundan ileri geçilemez.
Artık taş yürek lazımdır ki bu kadardan faydalanmasın. Gayrı böylesinden el yıkamak (ümidi kesmek) gerektir. Artık bu kadarla yetinerek bahse son veriyorum. Çünkü zamanımda böyle bir kapının kilidini açmış bulunuyorum ki
7985
kıyamete kadar yadigar kalacak ve okuyanları rızık sahibine kavuşturacaktır. Bu şiirlerim veliler âleminde gezip dolaşanlara Hakk’a yol bulmak için rehberlik eder. Onları, görünenin mahkûmluğundan kurtarıp ruh gibi tensiz ve cansız olarak mana deryasına götürür. Ondan sonra Hakk’ın çevresinde yaşar ve vasıtasız ona yâr ve yoldaş olurlar. Bu inciler gönül deryasının ürünüdür. Bütün ehlidiller onunla zenginliğe ererler.
7990
Burada (bu mesnevide) tam bir temizlikle Kur’an-ı Kerim ve Nebevi hadis incileri delindi. Akıllı olan bu Mesnevi’de öncenin ve sonranın ilimlerini bulur. Büyük peygamberler ve evliyayı kiramın hâlleriyle sözleri ve işleri, tamamen ona malum olur, cehalet dikenleri ilim gülşenine dönüşür, ne mutlu ona ki bunu kıble edindi, bu aynada kendi güzelliğini seyretti.
7995
Dünyada böyle cevher az bulunur. Bu dilin şifrelerini de herkes anlayamaz. Ey Veled! Artık sus, bu sırrı açıklama! Sırların veciz olması daha hoş olur. Bu kitap hediyelerin gerçek bahşedicisinin yardımıyla 700 senesinde tamam oldu.6 Zilhicce ayı içinde idi ki mana güneşinin yüzünden şüphe ve tereddüt bulutları sıyrıldı. Başlattığı tarih de işaret edilen senenin Şaban ayının başlangıcıdır. Artık bırakıyorum. Vallahu a’lamu bi’s-savab. (Allah doğrusunu daha iyi bilir.)
8000
Bu kitap o sene içinde beş ay zarfında son buldu. Başlanması da neticesi de aynı sene içindedir. Deldiğim inciler o akıp duran deryadandır (Mesnevi-i Mevlana). Bu kitap (Rebabname) o merd-i Hüda’nın (Hazreti Mevlana’nın) övgüsü için yazılmıştır. Ruhum onun yardımıyla
8005
yüzlerce fethin ortaya çıktığı yer olmuştur. “Ve’l-hamdülillahi ale’l-etmam. Ve’s-salatu ala seyyidina Muhammedin hayrü’l-en’am. Ve ala alihi ve evladihi ve ezvacihi ve eshabihi’l kiram ecmain.”
3 Şabanül Mu’zam 1364
13 Temmuz 1945
30 Haziran 1361 Cem’i
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.