Bu makalede “En-nâsu meâdin kemeâdini’z-zehebi ve’l-fiddati” hadisi şerifi açıklanacaktır. Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar. “Mâ ellefte beyne kulûbihim ve lâkinnallâhe ellefe beynehum.” (Sen onların kalplerini barıştıramazsın, fakat aralarını Cenabı Hak bulur.)
Dünya malıyla iki ruh arasında bağ meydana getirmek mümkün değildir. Yakınlık odur ki Hak Teâlâ hazretleri ezelde onların arasına koymuştur. O yakınlık şundan ileri gelir ki ikisi de aynı madendendir, aynı cinsten yaratılmışlardır. O hâlde dünya yurdundaki dostluk oradaki birliğin delilidir.
Bu makalede şu da açıklanacaktır ki ruhlara “Elestu birabbikum.” hitabı geldiği vakit, ruhlar “Belâ” dediler. Bu “Belâ”lar her ne kadar lafız itibariyle bir görünürse de hakikâtte eşit değillerdi. Kimi doğru, kimi yalandı. Hak Teâlâ hazretleri hepsinin (yalanla doğrunun) bir görünmesini uygun görmedi. Yalanı gerçekten, sahte parayı gerçek paradan ayırmak istedi.
Buyurdu ki: ‘’Ey ruhlar âleminde “Belâ” duasında bulunan ruhlar! Can ve gönül (ruh) âleminden (SAYFA 53) su ve toprak (unsurlar) âlemine ininiz! Tâ ki gerçek para, sahte paradan; gerçek, taklitten ayrılsın. Enbiya ve evliya ki onların “Belâ”sı hakikât yüzünden idi, o ahde sadık kaldılar, Hak’tan başka bir şeyle meşgul olmadılar ve o sözlerinde durdular. Ama “Belâ”larında o hakikât, o mertebe olmayanlar, verdikleri söz ve yemini unuttular, gönüllerini bu fani dünyaya verdiler.
1235
O ruhlar, madenlerinden ayrılarak buraya geldikleri vakit kimi bakır, kimi gümüş, kimi altın, kimi lâl, kimi yakut, kimi elmas gibiydiler. Yokluk âleminde her maden ayrı bir cihandır. Çünkü her can ayrı bir madendendir. Cenabı Peygamber buyurmuştur ki: “İnsanlar, gümüş ve altın madenleri gibi ayrı ayrı madenlerdir. O madenlerden her biri yoklukta iken az veya çok birer mertebede idiler.
1240
Kademe kademe, kendi miktarlarına göre, tespih ve ibadetleri nispetinde hak sahibi olurlardı. Ruhlar ezelde o madenlerde saklı idiler. Dilleri ağızları olmadığı hâlde açıkça zikrederlerdi. O rahmet içinde yaşamaktaydılar, rahmet onların yardımcısı, arkadaşı idi.” Ruhlara hitap geldi ki: “Siz burada ikametgâhsız olarak bulunmuyor muydunuz?
1245
Sizin eviniz barkınız, uykunuz, gıdanız benim rahmetimdi, ezeli nimetlerime gark oldunuz.” Elestte Cenabı Hak tarafından ruhlara bu yolda hitap edilince hepsi de sarhoş ve kendinden geçmiş oldukları hâlde “Belâ” dediler. O “Belâ”lar hep eşit göründüler ama hakikâtte müsavi olmayan gizli tarafları vardı. Sözün asıl kıymeti de o gizli tarafındadır.
Dilin onaylamasında değildir. İmanın kıymeti sürekli olmasındadır. Görünüşe önem verenlerin bakışları dış görüntüye yöneliktir, manaya önem verenlerin bakışı ise içteki sırra yönelmiştir.
1250
“İhbitu” emriyle ruhlar dünyaya geldikleri vakit her biri bir kalıpta birleştiler, her biri bir millete tâbi oldular.
Her “Belâ”nın sırrı güneş gibi meydana çıktı. Dünyada makbul kim, talihsiz kim belli oldu. “Belâ”lardan kimi erkek arslan gibi hamlede çalak, kimi de tilki gibi istekte yavaş ve gevşek idi. Kimi Hamza gibi boylu poslu, kimi hemze (elif) gibi eğri büğrü idi.
1255
Kimi deniz gibi coşar, haykırır; kimi Hint kılıcı gibi keskin, kimi toprağa düşen cılız bir damla gibi başını ecel yastığına koymuş, kimi Ebubekir gibi iman ve hayır rehberi, kimi Ebu Cehil gibi lanet ve şer kılavuzu, kimi Nuh gibi fethe ulaşmış, tufana, cehenneme düşenleri kurtarmaya gayret eder, kimi inkâra saparak Yahudi, kimi aydınlatmakla yükümlü Hûd, kimi de Ad kavmi gibi inatçı idi.
1260
Adl-i ilahi, layık olanla olmayanın beraber olmasını, güzelle çirkinin, iyiyle kötünün eşit görünmesini, huri ile şeytan arasında fark olmamasını uygun görmedi.
(SAYFA 54) Mert ile namerdin belli olması için “Belâ”ları birbirinden ayırdı. Halka göre geçer para ile sahte para, sayıda olduğu gibi kıymette de bir görünür. Fakat işten anlayan bir sarraf yanında böyle değildir. Çünkü o bu işin âlimidir.
1265
Sahte olanları birer birer seçer çıkarır, bilmeyenlerin gözü önünde kırar atar (yırtar yakar). Bu hareketiyle kendinin bu işte üstat olduğunu halka anlatır. Sarraf, Cenabı Hak’tır; halk da bizleriz. Biz hepsini geçer para sanarız.
Bütün halk bize eşit görünür, Müslüman olsun, kâfir olsun, mümin olsun, münkir olsun. Fakat onlar hakikâtte bir değillerdir.
Kesin bilinenle şüpheli olanın eşitliğini kim kabul eder?
1270
Gerçi dış görünüşte farksızdırlar fakat onların kimi altın, kimi bakırdır. Onun beşer değil, şer olduğunun anlaşılması için kâfirin canı cehenneme gider. Gerçi görünüşte şekli, kıyafeti beşerdir, fakat meyli daima şer tarafınadır.
Özetle, Cenabı Hak ruhları oradan buraya şunun için indirdi: Müminlerin ibadeti artsın, kâfirler de günahları sebebiyle baş aşağı olsun.
1275
Makbulün canı itaat sebebiyle bolluk içinde, talihsizin canı da günah yüzünden hakir ve zelil olsun. Biri hayır ve taat yüzünden cennete, diğeri suç ve günah yüzünden cehenneme gitsin. Cenabı Hak bize bunları temiz kalp ile kulluk etsinler diye gösterdi. O amelin karşılığı bu devlettir. O amele her nefeste böyle yüz devlet fedadır. O kimse ki benim fermanıma baş döndürürse (itaat etmezse), benim cehennemimde yanar.
1280
Suale cevaba gerek kalmaksızın cehennemin maliki onu cehenneme çağırır. Ruhların bu dünyaya gelmesindeki hikmetli sır budur. Bunu can kulağınla dinle! Gerçi bundan başka sebepler de vardır. Onları kıyamete kadar şerh etsem, bitmez. Çünkü sonu yoktur, onu anlamak yolunda mahvolur, dalalete düşersin. Yalnız bu kadarla kanaat edin, azdan çoğa doğru gidin!
1285
Varlığın sırrını açıklama gayretiyle ruhun sırrını da anlatmış oldum. Ki âlem niçin var oldu, ruh neden dolayı inleye inleye yukarılardan aşağılara inerek bu fani toprak vücutta yerleşti?
Ben bunların ikisinin de sorumluluğundan kurtuldum. Bakalım bundan sonra içimden ne doğarsa, Allah ne gösterirse, esirgemeden size söylerim, ay gibi bulut arkasında gizlenmem. Bana ne verirlerse ben de size veririm. Tâ ki hepiniz de benim gibi pay sahibi olasınız.
1290
Tâ ki benimle sizin aranızda ikilik kalmayıp, bu benlik, senlik yok oluncaya kadar. Bensiz ve sensiz bir can olalım, feleğin üstünde güneş gibi ay gibi dolaşalım. Dudak, damak vasıtası olmaksızın Hüda’dan bade içelim. Üzüm şarabından değil, o şaraptan sarhoş olalım.
(SAYFA 55) Aşkın yeri can içindedir. Can âşıklarının sakisi canandır.