Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bu makalede “Lâ tu’tu’l-hikmete gayra ehlihâ fetazlimûhâ ve lâ temneûhâ an ehlihâ fe tazlimûhum” hadisi şerifi açıklanacaktır.
Meali şerif: Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona (hikmete) zulüm etmiş olursunuz. (Yazık olur.) Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz. Hikmet, hakime fayda verir ki onun “çeldiricisidir”. Çünkü “El-hikmetü dalletun küllü hikem” buyrulmuştur. Hikmet, sahibi olmayanı yoldan çıkarır. Gönül ehli olan hâkimin, hükmünün açıklaması fayda verir. Çünkü söz, o sözü söyleyen insanın parçasıdır.
Eğer söz söyleyen yapıcıysa onun parçası olan söz de dinleyenlerde yapıcı etki gösterir. Gönül ehli olmayan böyle değildir. Cismani olanların sözü su ile toprakta hapsedilmiştir. O söz kime telkin edilirse onu da su ile toprağa hapseder. Mesela: Bir adamın ağzında (misk) olsa, o kimse sarımsak dese de (sarımsak sözünü söylese de) ağzından misk kokusu çıkar. Bunun aksine olarak ağzında sarımsak bulunsa da (misk) dese ağzından çıkacak koku sarımsak kokusudur.
Bu makalede şu mana da değerlendirilecektir ki: Hikmet, ancak ehline fayda verir. Hak Teâlâ Hazretleri Kuranı Kerim’inde Kuran hakkında “yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ1” buyurmuştur. Doğanın lokması doğan için faydalıdır. Serçeye ziyan verir, belki de öldürür. Hikmet de ehline bolluk getirir, ona kuvvet ve gıda olur. Aynı hikmet, ehli olmayan için zaaf ve sıkıntı olur. Ondan daha başka yüz binlerce noksan ortaya çıkmasına neden olur.
Hikmeti daima hakimlere söyle ki ondan zevk ve neşeleri sürekli artsın. Çünkü onu ehlinden men etmek layık değildir.
Çünkü zulüm olur ve bu men yüzünden derdi artar. Bunun gibi, ehil olmayana söylemek de caiz değildir. Söylersen, bu defa da hikmete zulmedersin.
Fakat ey sade dil adam, şunu da iyi bil ki hikmeti takdir eden kimse kusurlu olursa;
1510
onu evliyaullahtan başkası takdir ederse o takdir ruhsuz bir ceset gibi olur (etkili olmaz). O ifade ancak gönül ehlinin ağzına yakışır, herkesin değil. Her adi adamın sözü, cana tesir eden emir olur mu? Hikmet ilmini velilerden dinlemelidir ki onlar görünmeyen simayı perdesiz görmüşlerdir. Hakk’ın yüzü ile arasında örtü olan, nasıl hikmet dersi verebilir? Söylerse, sözü cansız bir cisim olur. Aklı olan onu nerede kabul edecek.
1515
Okuyup üfürmek, Cenabı İsa’nın dudaklarından çıkarsa etkili olur, ölüleri diriltir. O duayı başkası okursa tesirsiz kalır.
Ondan hayır bekleme! Bir çocuk Rüstem’in kılıcını çekse onunla bir pehlivanı öldürebilir mi? Hakk’ın ismi şerifi agâh olanların kılıcıdır. Çünkü agâh olan kişi, o dergâhın emini ve mahremidir. O şerefli isim, Hak’tan ne isterse kendisinden esirgenmeyen o dudaktan çıkınca etkili olur.
1520
Hani o Musa’nın eli ki tuttuğu asa, düşmanlarının şerrini defedecek ejderha olsun.
(SAYFA 65) Asayı bırakan, Musa’dan başka biri olsa, böyle düşmanının kökünü kazıyabilir mi? Katı taştan saf ve berrak, tatlı su çeşmeleri akıtabilir mi? Ümmetinin salimen geçmesi için deniz üzerinde tozlu topraklı yollar açabilir mi? Münakaşa ve müsabakada o kadar sihirleri yalayıp yutan asa, başka elde böyle bir mucize gösterebilir mi?
1525
Hazreti Muhammet (s.a.v.) gibi bir Peygamber-i Zişan ister ki ayın parçalanması mucizesi gibi bir harika gösterebilsin. Hakk’ın güzel yüzüyle şeref bulmamış bir kimseden Kurân-ı Kerim gibi bir mucize nereden meydana gelecek. O işaretin sırrını açıklamak, insan ve cinden hangisine nasip olur. Yüz binlerce ilim ve hitabet ehli birbirine açıkça eklenseler ve bir an için gözlerini yummasalar, değil Kurân-ı Kerim’i, bir ayetinin benzerini getiremezler.
1530
Her peygamber böyle yamalı hırka ile tek başına bütün cihana harp açtı. Ve harpte galip gelerek âlem halkını emrine itaat ettirdi. Tufan, Hazreti Nuh’un hükmü altında değil miydi? Her an, Cenabı Hak tarafından birçok fetihlerle şereflenmiyor muydu?
Rüzgârla su da Hûd aleyhisselam’ın emrinde idi. Çünkü o da Cenabı Hak’la sohbet şerefine erişmişti. Her peygambere Allah tarafından böyle hadsiz hesabsız lütuflar ihsan buyrulmuştur.
1535
Eğer birer birer açıklasam uzun gider. Sen kalanlarına mana yoluyla ulaş! Tâ ki hepsini bu renk ve koku cihanının arasında göresin. Ey oğul! Söz yolu uzundur. Fakat gözünü açarsan kısalır. Ey oğul, eğer gördüklerini, onları görmeyene anlatmak istersen, uzun boylu açıklamak lazımdır ki bir miktar olsun anlayabilsin!
1540
Fakat o da bu anlatacağın şeyleri tek bakışta görebilirse başka şeye ihtiyaç kalmaz. Çok söz ve uzun boylu açıklama, baş ağrıtır.
Ondan sonra aklını başına al! Fakat bu, nadirdir. Herkes bu mertebeye nerede kavuşacak ki sözsüz olarak ona erebilsin.
Bu ilmin (hikmetin) yayıcısı mürşittir. Taliplerinin canı için de güneştir. Âşıkların kolu ve kanadı hikmettir. Onlar can âlemine onunla erişirler.
1545
Evliyayı Kiramın ilimleri katıksız hikmettir. Fakat eşkıyaların kulağı ona karşı sağırdır. Hikmetleri, hakimden başkası nerede anlayacak.
Cennetlik olmayan cennet nimetlerinden yiyemez. Eğer hakim isen, senin hikmetin budur, kesinlikle bil ki arayıp da bulamadığın (çeldiricin) dır. Eğer âşık değilsen bundan nasıl temiz koku duyabilirsin, nasıl melekler gibi felekler üzerinde kanatsız uçabilirsin.
1550
Aşksız kimse hayvandan daha aşağıdır. Çünkü ona nur âleminden rızık verilmemiştir. Hakk’ın nurunu kabul etmedikçe Hakk’ın sırlarına nasıl candan kulak verebilirsin? Eğer sen hikmet ehli olsaydın, gönül aynasını benlik tozundan ve pasından temizlerdin.
(SAYFA 66) Aynada ilginç görüntüleri, arşın, kürsün nakışlarıyla Rabbinin didarını seyrederdin. Zahirde, bâtında senden başka bir şey kalmaz, hayrın bütün âleme erişirdi.
1555
Netice şu oluyor ki hikmet ancak ehline fayda verir, cahile pintiye değil. Ehil olmayanların azgınlığına sebep olur.
Çünkü onlar dinden mahrum ve kısmetsizdirler. Bu hikmet, onları dalalete sevk eder. Her ne kadar dindarlar zümresine hidayet sebebi oluyorsa da şahinlerin yemini serçelere verme ki boğazlarında takılıp kalmasın, ölüm sebebi olmasın, ona can verecek yerde canını almasın.
1560
O, şahinin lokmasını nasıl yutabilir ki onun gibi yüz tanesinin boğazını yırtar. O yem, doğan için uygundur. Çünkü doğan ondan kuvvet bulur, büyüyüp gelişir. Fakat serçe için elverişli değildir. Onun için böyle bir yem, serçeye verilemez.
Öyle değil midir ki Kuranı Kerim her ne kadar birçoklarını hidayete erdiriyorsa da bazılarının da sapkınlığına vesile oluyor. Artık ben sukut edeyim de o esrarı sana, bensiz ve sensiz olarak o söylesin.
1565
O sebeple ki ondan aracısız dinlersen kendinden geçer, aracısız ona ulaşırsın. Ondan sonra senin için tehlike kalmaz.
Her an aklın, görüşün artar, tereddütten kurtulur, Hakk’ı gören olursun, varlığından soyutlanarak can deryasına karışırsın. Hak Teâlâ Hazretleri, ruhların karargâhı olan cennet tarafına sana bir kapı açar. Orada yeni yeni kavuşmaları görür, sonsuzluk içinde sonsuzluğa erer, ömür içinde ömür sürersin.
1570
Oranın nimetleri hadsiz hesapsız olduğu gibi, dünya nimetlerinde görülen zahmetlerden de kurtulmuştur. Irmaklarının kenarında sayısız huriler cilve ve cümbüş ile dolaşırlar. Ne kadar güzel ve iyi şeyler varsa oradadır. O cennete giden can, ne bahtiyardır.
Gecesi, gündüzü yok; zahmeti, mihneti yok. Daimi nimet, ebedi rahat var. O temaşalar, o zevkler yemek, uyumak gibi bağlarla bağlı değildir. O sarhoşluk, o şevk, şarap ve kadehe ihtiyaç duymaz.
1575
Irmaklarının sahillerinde ay parçası gibi çalgıcılar ki (ay ve yıldızlara benzer) çalgılarının perdeleri gönül kapar, cana can katar, çenk ve neylerinin sesleri semaya akseder. Sema dedim ama orada sema yoktur, sesler bile sessizdir. Her güzelliğin ve her iyiliğin aslı cennettir, bu dünya iyilikleri ona nispetle mihnet sayılır. Dünyanın zevki ve güzellikleri saf değildir, dumanla karışıktır.
1580
Saf su, çamurla karıştığı vakit, tiksinmeden içilemez. Su, o güzelliğin, çamur da dünya nakışlarının sembolüdür.
Suyu çamursuz içene ne mutlu! Çünkü o, ebedi cennette baki kalır, Hak Teâlâ Hazretleri onu güzelliğinin şarabıyla doyurur.Can suyu saftır. Ne tortusu var, ne çamuru. Ten tortusundan geç de gönül temizliğini bul! Cennetin güzelliği bahara benzer ki gelişiyle toprak üzerinde yüzlerce nakışlar meydana gelir. (SAYFA 67)
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.