Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Bu makalede şu açıklanacaktır:
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır. Terbiye edilmiş doğan gibi, çağırdığı vakit gelir, salıverdiği zaman gider. Bu makam bir öncekinden yüksektir. Üçüncü hâlet o hâlettir ki şahsın kendi hâletin kendisi olur. Kimya yardımıyla altına dönüşmüş bakır gibi. Böyle kimse kâmil olur ve “onun için hiç korku ve tehlike kalmaz.”1 bunlar hakkındadır.
İlk hâl, bazen gelir, bazen gider. O sana, tarafından bir istek olmadan ulaşır. Onun üzerinde senin bir hüküm ve müdahalen olmaz, o sana hâkim olur.
2310
İkinci hâlet bunun zıttıdır ki sana tâbi ve hükmüne bağlı olur. Elindeki altın ve gümüş gibi ki istediğin vakit sayar, istediğin vakit kesesine koyarsın! Sonuncu o hâlettir ki sen o hâletin aynı olursun, sebeplerden ve aletlerden kurtulursun!
Bu hâlet, kemal-ender-kemaldir, noksandan uzak, yokluktan emindir. Böyle bir hâlete eren kimse, yerin ve göğün kutbudur.
2315
Tarikatte bundan yüksek makam yoktur. Onun yanında her tam, noksan görünür. Yokluğun mükemmelliğine (fakrın kemali) ulaşana ne mutlu!
İlk hâlette bulunanlar genellikle helak ( halik ) olucudur. Her ne kadar fakra ve tarikata salik iseler de. İkincisi ki ortadadır, birinciden üstündür, birinciler ikinciye nispetle daha düşüktür. Fakat ikincinin de da tehlikesi vardır. Çünkü yoldadır, altını ve metaı vardır.
2320
Yol kesenler onun malını (hâlini) elinden almak üzere pusu kurmuşlardır. Seferde tehlike, ekseriya zenginleredir.
Fakirin hayırsızdan ne korkusu olacak? Peygamberimiz bu sebebe yönelik buyurmuşlardır ki: “İhlâslılar için tehlike daha çoktur. Daha çok sakınmaları lazımdır.” Üçüncü mertebe ki şahıs hâletin kendisi oluyordu. Kemal itibariyle iki derecenin de üstündedir. Onun için yokluk tehlikesi yoktur. Hazırda olsun, seferde olsun. (SAYFA 96)
2325
Çünkü o, iksir (kimya) vasıtasıyla altına dönüşmüş bakırdır. Tekrar bakır olmasına ihtimal yoktur. Çünkü ikilik kalmamıştır.
Bir şeyin zatı aslından (kendinden) ayrılabilir mi? Altın, hangi cepte bulunursa bulunsun altındır. Mümkün değildir ki gerisin geriye bakır olsun. Kendisiyle durumu ayrı değildir ki ona Hûda’nın lütuflarından başka hâl gelebilsin.
2330
O, vaktin kutbudur. Onun bağışlarından evliyayı kiram sürekli ihsana ulaşırlar. Veliler için bundan daha yüksek makam yoktur.
İşleri burada tamam olur. Her kimde yetenek fazla ise, daha çoğuna erişir. Herkes Leyla’dan Mecnun kadar haz alamaz.
Gerçi Leyla’nın çok talibi vardı. Fakat Mecnun kadar şöhret alan yoktu. Çünkü Mecnun’un ondan (onun aşkından) aldığı haz, herkesinkinden fazla idi. Bundan dolayı aşk ve sevdada diğerlerinin önüne geçti ve hepsine üstün oldu.
2335
Kimdir o ki o fazilete istekli olmasın, o ikrama onda yönelim olmasın (bu heves, o istek herkeste var). Fakat herkes yönelimine göre nasip alır, kimi ilim yolunda ilerlemiş, kimi henüz ebcet okur. Elifbadan tut da ilmin son haddine kadar kimi mantıkta, kimi yıldız ilminde merdivenin basamakları gibi kimi aşağıda, kimi yukarıdadır. Hepsi de kavuşmaya isteklidir. Aşağıdan yukarıya doğru böylece sıralanmıştır. Dinin aslına erinceye kadar
2340
derece itibariyle en aşağıdakiler kabuk, en yukarıdakiler özdür. Süleyman’dan karıncaya kadar herkesin kendine göre dini vardır. Her tarafın kıymeti, içinde taşıdığıyla ölçülür. Bunu böyle kabul eyle, şüphe etme! İlahi bilgi bahsedilen konuların dışındadır.
Çünkü onun anlatımı kendindendir. Bundan dolayı tanımlamalara sığmaz. Toplanma ve yayılma vaadi yaratıklar içindir.
2345
Ey yoldaş! Gaybın sırlarına (Esrar-ı Ledünne) ait olan şu sözü benden sualsiz, cevapsız duy! Orası kavuşma ve muhabbet yeridir, söz yeri değil.
Vahdet deryası tektir. Eşi yok! Bundan sonra, o sözün açıklamasına gelelim. Kalbin zikrine, gerçek paraya gelelim. Bu hoş cihanın hoşluğu ödünçtür. Ondaki bu hoşluk akarsu gibidir. Gönül çeliciliği bu hoşluğun varlığıyla mümkündür. Bu ödünç hoşluk gidince nahoş olur.
2350
Böylelerinin ana rahmindeyken gıdası kan değil miydi? Dili damağı olmadığı hâlde kandan zevk alır ve faydalanırdı.
Kandan sonra ona gıda süt olunca kana olan isteği, sevgisi yok oldu. Sütten de geçip yemek yemeye başladığı zaman, ona sütten de nefret geldi. Annenin memesi ona fena kokmaya başladı. Artık ondan sonra bir daha anne sütü istemez oldu. Kan gibi, süt gibi, zahmetli oyunlar ona, vaktiyle hoş görünmüşlerdi. (SAYFA 97)
2355
Bu cihan çirkin ve zevksizdir, sıkıntı ve kederler gibi sevimsizdir. Eğer aklın varsa bu cihanın aynı zamanda tatsız ve sevimsiz olduğunu kesin olarak anlarsın. Bu güzellikler ondan kaynaklı ve ödünçtür. Sana güzel görünmesini çok görmem. Çünkü bu güzellik o güneşin nurunun pırıltısıdır. Burada ödünçtür. Sana nasıl layık olur? Haydi, ışığı bizzat güneşten al ki o nur, o güzellik sende kalsın.
2360
Kudret nurunu kadirden kabul et. Tâ ki taşın lâl gibi kıymettar bir cevher olsun. Kudreti ondan iste ki kadirdir. İki âlem de iyi kötü ondan meydana gelir. Zevk ve lezzet ondandır, bu dünyadan değil. Zevki buradan bilme, oradan bil! Anlaşıldı ki burada o yoktur. Aklını başına al! Orası sonsuzdur. Bu köhne cihanı bir arpa sayma, (kıymet verme) ki insanlığın ne demek olduğunu ve gerçek mülkü göresin.
2365
Orada ne ölüm, ne sıkıntı, ne kovulma korkusu var. Can halkının ipliği nur hurmalarındandır. Her kim bu cihandan geçtiyse o, sonsuz cihanda yok olmayan yüzlerce cihan bulur. Orada ağızsız, damaksız nimetler yer; bağsız, ağaçsız meyvelere kavuşur. Aşk atına biner; taçsız, tahtsız, sancaksız kumandan olur. Belki de hep o olur, başka değil. Yol göstereni de yol keseni de kendi olur.
2370
Eğer bunu açıkça anlatırsam efendilik kölelik kalmaz. Bunu bırakarak o üç hâletin açıklamasına geri dönüyorum. Her birinin mertebesini usanmadan söyleyeyim. Evvelki hâlet ki elde değildi, zaman zaman gelir, sürekli ve kesintisiz değildir. Eğer sana gelmez olursa tehlikedesin. Göçme zamanında o kederle iki kat olursun (acıyla kıvranır durursun). Bu cihandan bir şey kazanmadan gidersin. Kör, bahtsız, gafil ve eşkıyasın.
2375
İkinci hâlet ki senin elindedir. Ne vakit istersen yanında hazır bulursun. Elinde öğretip terbiye ettiğin doğan gibidir.
Islık çaldığın zaman gelir. Çaldığın ıslık onun için davet yerindedir. Çalmazsan gelme demektir. Bundan dolayı, her iki hâlde de sana mahkûmdur. Bir taleple elde edildiği için çağırma zamanında da kovma zamanda da bu ikinci hâletin tehlikesi nispeten azdır.
2380
Her söz bu davete tercüman olur. Yap, yapma gibi lütuflar onun emir ve yasaklaması cümlesindendir. Sözün özü ancak o taleptir, söz o özün üzerinde çer çöptür. Kabuk, içi için lazımdır. İçsiz kabuk kusurlu ve soysuzdur. Aklı olan insan, kabuğu, içi için alır. Fakat hayvan, merada, kabuk (saman vesaire) arar. Çünkü içindeki özün gıdasından haberi yoktur.
2385
Hıyarın, karpuzun kabuklarını yer. Ona bunlar layıktır, bunları alır. Eğer bir kimsenin saçma söylemek alışkanlığı ise bunu yap, şunu yapma diye faydasız yere söylenir durur.
(SAYFA 98) Herkes ona “Sus! Kafa patlattığın yeter! Bu sözlerin, baş ağrıtmadan başka ne faydası var.” der. Anlaşıldı ki sözün kendisi bizzat arzulanan değildir. Kıblegah (hedef) ancak mabuttur. Sözün faydası malumdur; tecrübe ve öğrenmedir, emir ve yasak gibi şeyler için lazımdır.
2390
Hakk’ın rızası neyse, onu yapalım, iyiyi kötüyü (rızaullahdan başka her şeyi) gönlümüzden atalım. Eğer baş isterse, yüz tanesini birden feda edelim. Yalnız baş değil, kuru yaş her şeyi verelim, kıblemiz o rızadan başka değildir. Ancak ve daima o yolu tutalım. Balıkların denizde yaşadığı gibi, biz de rıza deryasında hayat bulalım. Susuz yaşayan balık nerede? Bunun sonu gelmez, üçüncü hâletten haber ver! O kapalı küpün ağzını aç (sırrını açığa çıkar!)
2395
Tâ ki o vahid, o izzette âlemin biriciği olan kişilerin hâlleri anlaşılsın. O hâlet ödünç değildir ki madenin, ocağından uzaklaştığı gibi uzaklaşsın veya ayrılsın. Yaldızlı bakır da değildir ki üzerindeki yaldız sıyrılınca bakır kalsın. O, kimya vasıtasıyla baştanbaşa altın olmuştur. Altın, altınlığından ayrılabilir mi? Böyle kimse cihanın kutbu olur. İnsanlar ve cinlerin hâlleri ondan kural ve düzen alır.
2400
Her isteklinin isteği odur. Onun hâli hiç açıklamaya gelmez. Artık bu hâlde dedikoduya ihtiyaç kalmaz ki o, yâr kendini açıkça gösteriyor. O şah, bizim karşımızda tecelli etti. Onun gelişiyle neşemiz tam oldu. Şuh gözleri sihri helal yapıyor, kendi celâl nuruyla kendini gösteriyor. Bu sihirle yapılan günah, sevaptan iyidir. Günahı ecir ve sevaptan üstündür.
2405
Bak ki aşağılar, yücelerden daha iyi oldu. Derecesi dinden yüksek olan şu acayip küfre bak! Allah’ın iradesi sana yâr olunca ateşin yakması sana nurdan daha hoş görünür. Onun elinden bir kadeh içersen, gönlünün ve ruhunun neşesi yüz kat artar. O tatlı dudaklara bir buse kondursan ağzın şeker gibi tatlanır. Hele onu bir nefes kucaklarsan, ebedi zevk ve neşe içinde yaşarsın.
2410
Yâri bir kere idrak ettiğin zaman, o lezzete sınır düşünülemez. Arada başka bir hâl de meydana gelirse, o, hayır ve şer bütün şeylerin üstünde olur. O nedir ki? Bu bedenden soyunup tek vücut olmak, ikilikten geçip bir can olmak.
Gerçi ev içine giren güneş ışığı güneşten ayrı görülür. Fakat o ortadan yok olduğu zaman bu ışık onunla birleşir. Ayrılık gayrılık kalmaz.
2415
Başlangıçta nasılsa gene öyle olur. Hane perdesi (ten perdesi) ortadan kalkınca iki nur birleşir. O hâlet dil ile tarif olunamaz.
Bunun gibi yüzlerce açıklamanın ötesindedir. O hâlet, mahv (yokluk) hâletidir. Mahvol ki sana onu canıgönülden açıklayayım.
Ey oğul! Mademki sonu yoktur. Bu sözden ağzını yum da geç!
(SAYFA 99) Onun yüzünü gör, artık eksik söze lüzum yok, o ayna karşısında sus!
2420
Çünkü nefesten aynanın yüzü donuklaşır, parlaklığı kalmaz. Bundan dolayı, ayna geldiği zaman sükût et! Coş! Fakat sessiz ve sözsüz.
Tâ ki ayna, nefesinden incinmesin. Olmaya ki öfkelenir de ayna da yüzünü tamam göstermez. Öfkeden kastettiğim mana budur. Ayna saf olursa kendini görür, eksiğini fazlanı anlarsın.
2425
Yâr, aynadır. Huzurunda nefes alma (ağız açma)! Ondan can al, can sıkma! Tâ ki ondan istifade edesin zaten asıl amaç da budur. Ey oğul, nur, nâr içinde gizlidir, nuru al, nârı bırak! Tortuyu bırak da saf olana bak! Anka isen Kaf’ı tercih et.
2430
Gerçi hazine viranede gömülüdür. Fakat sen viraneden geç de dil hazinesini gör! Görüş ehli olaydın, sana sükût, gül; söz, diken görünürdü.
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.