Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Giriş
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister.
Bu makalede şu açıklanacaktır:
Kul ile Hak Teâlâ arasında yetmiş bin zulumat perdesi, yetmiş bin de nur perdesi vardır. Her kavim, bu perdeler içinde öyle batmıştır ki asla çıkmak istemezler ve ondan başkasını batıl ve yolunu şaşırmış sayarlar. Bu perdelerden geçmek çok gayret ister. Nitekim Bayezit Hazretleri sahralarda otuz sene ot kökleriyle beslendi. Bayezit Hazretleri’nin diğer mücahedeleri bundan anlaşılabilir. Bir avuç buğday bir ambara işarettir.
Fakat doğru ve kâmil bir veliye düştüğünde zahmetsiz ve gayretsiz emelini görmeye hak kazanırsın. Nitekim Hz. Mevlana Şeyh Sadreddin Hazretlerine hitaben buyurmuşlardır:
RUBAİ:
Ger âşık-ı rûy-ı Kayser-i Rûm şevî
Omîd buved ki hayy-i kayyûm şevî
Ez hicr megû be-pîş-i sultân-ı visâl
Meters ki-zin hadîs mahrûm şevî
Meali: “Eğer Rum kayserine (cemal-i ilahiye) âşıksan, Rum diyarının sultanı olursun! Şevket ve haşmet sahibi olursun! Hay ve Kayyum olman da beklenir. Vuslat sultanının yanında ayrılığa dair söz söyleme! Kork ki bu sözden dolayı o kavuşmadan mahrum olursun.”
Gene buyurmuşlardır ki: “Riyazat nîst pîş-i mâ her lutfest u bahşayiş”. Meali: “Bizim yolumuzda riyazat yoktur, elde ettiğimiz neticeler, bütün Hakk’ın lütuf ve ihsanıdır.”
(SAYFA 146) Bu makalede şu da ifade olunacaktır ki:
Güzel koku gözü nurlandırır. Zira Yakup aleyhisselam’ın, Yusuf aleyhisselam’ın gömleğinin kokusundan gözleri açıldı.1 Her kimin ki ona (Hüda’ya) arzusu ve aşkı vardır, o, koku almış demektir. O koku sonunda onun gözünü açar ve Hakk’a kavuşturur. Eğer aşk ve arzu yoksa o, ölü demektir. Ölüyü diriltmek ise İsa aleyhisselam’a mahsustur.2 Şeyh-i vasıl, vaktinin İsa’sıdır. Onun bakışı yardımıyla ölü can dirilir.
Herkes bulunduğu perdede noksanından habersiz olarak sarhoşça dans eder.
3670
O sarhoşlukla kendini gerçekten olgun ve amacına ulaşmış zanneder. Herkes bulunduğu perdede öyle saplanmış kalmış ki o cehennem ona cennet görünmektedir (yerinden ayrılmak istemiyor). Fakat onunla (Hak’la) bağlantı kuran ve o neşeyle sarhoş olan veliler böyle değildir. Onların ruhu Hakk’ın nuruyla taşınır. Sineleri onun sırlarıyla doludur. O, dünya diyarından kurtulmuş, tehlikesiz limana kavuşmuştur.
3675
Bu sözü bırakayım da o güzelden bahsedeyim. O, gönlümü avlayan güzeldir. O benim yanımda nasıl bir cilve ile kendini gösterdi ki zehrim bal oldu. Gönlümde gönül alan o güzelden başka bir şey kalmadı. Can hazinesi odur. Başkasının pul kadar kıymeti yoktur. Hani bu âlemde bunları görebilecek bir insan ki böyle bir gülşenden koku duysun. Koku ona eriştiği zaman gözü açılır, dilsiz de olsa dillenir.
3680
Hazreti Yakup öyle olmadı mı? Kokudan gözleri açılmadı mı? Kokusu olmayan (koku hissetmeyen) hor ve hakirdir. Koku, kediyi yiyeceğe doğru götürür. Eğer sen de koku alıyorsan veliler tarafına git. Haydi! Gıdanı kokudan iste! O mezheptensen onu talep et! Kıble mezheptir, o tarafa git! Cihanda kimse canından kaçar mı? Dünyada, kıblesi olmayan kimsenin gayreti boştur, ruhani zevkten mahrumdur.
3685
Kıblesiz insan, cansız vücuttur. Derdi olmayana derman da olmaz. Vücut canla diridir, can da din ile. İyi bil ki can dinle ayakta kalır. Candan ayrılan ten, çürür, dini olmayan can da ölür. Dinsiz olan canı fani bil. Onun dünya ve ahirette sığırdan farkı yoktur. Cenabı Hak bunlar hakkında: “Onlar hayvan gibidirler, belki daha aşağı.” buyurmuştur.3 Çünkü cehaletle çamura çökmüşlerdir.
3690
Dünya çamura benzer, onlar da eşeğe. Bilmemezlikle baş aşağı oraya düşmüşlerdir. Ruha, Hak tarafına yol gösteren dindir. Dini arttıkça diriliği de artar. Dinsiz ruhu da ten ile bir tut! Ten ölünce ondan da eser kalmaz. Ölü ruh, ceset içindeki hevaya benzer. Böyle canla nasıl rahat olursun? Vahyi ruh, takva ehlinin pak ruhudur. Hayvani ruh, eşkıyaların ruhudur. (SAYFA 147)
3695
Vahyî ruh, Hakk’ın nuruyla doludur. Hayvani ruh heva ile şişirilmiştir. Semiz görünür ama içi boştur. O tulum gibi ki içine heva doldurulmuştur. İnsan ondan ne umar! Bilir ki içinde hevadan başka bir şey yoktur. Ne et, ne yağ, ne de başka bir şey. Diri görünür, fakat ölüdür. Sıcak görünür, lâkin donmuş, buz tutmuştur. Kesin olarak bil ki hayvani ruh böyledir. Din nurundan boş, küfürle doludur.
3700
Din bakidir, küfür sonunda yok olur. Din baki olur. Çünkü sonsuzluk ülkesindendir. Hayat bulmak, canlar cihanında sonsuzluğa kavuşmak istersen elini ermiş bir ere ver, çünkü canların hazinesi onun elindedir. Tâ ki o seni nefesiyle zinde eylesin. Böyle kerem ancak onun elinden gelir. Ölüye ondan gayrı kim can verebilir? Dertlere derman ondan başka kimden gelecek?
3705
Mesih’ten sonra bunu yapacak, ancak merd-i Hüda’dır. Herkesin derdine deva ondandır. Zamanın çaresizlerinin çaresi odur, zehrin, panzehiri odur. Cihanda dertlilerin elinden tutacak da şüphesiz odur. Canı olmayanlara can verir, dirhemi olmayanlara hazineler bahşeder. Bir nefeste göz, kulak, akıl verir. Aşk, zevk ve coşku bağışlar.
3710
O kerimden ne istersen hepsi olur, ayrılık hastası onunla vuslata erer. O vücut dünyada Hakk’ın temsilcisidir. Yer, gök ona secde eder. Yerden maksat, yerde yaşayanlar, gökten murat da gök halkıdır. Kur’an-ı Kerim’de “Ves’elil karye”yi4 okumadın mı? Oradaki karyeden maksut da karye ehlidir, karye değil. Yerin, göğün kastedildiği düşünülse de aslında olur. Çünkü her şeyin arzusu Hüda’dır.
3715
Her şey, açıklamasız, kitapsız, yapraksız olarak Hakk’ı tespih etmiyor mu? Herkes o sesleri işitemez. Onların sırrını ancak Hak erleri bilir. Çünkü şahadet âleminde onun (merd-i Hüda’nın) kulağı, Hakk’ı işitir. Her olup biteni tamamen duyar. Gözünü de Hak’tan görür bil, kendinden değil. Onun yanında iyi kötü her şey açıktır. Ey temiz kalpli! Yerde gökte (bütün kâinatta) Hakk’ın nurundan bir şey gizlenebilir mi?
3720
Ey aziz, bu konuda benden bir misal dinle de bu sırdan haberdar ol! İnsanın çocukken de gözü vardır. Fakat akıl ve zekâ sahipleri gibi temyizi (iyiyi kötüden ayırma yeteneği) yoktur. Gözüyle iyiyi, kötüyü, hoşgörüyü, kavgayı her şeyi görür. Fakat aklıyla gözü birleşmedikçe gördüğü şeylerden bir şey anlamaz. Nazarında inciyle boncuk farksızdır. Kul ile şahı ayırt edemez.
3725
Ne vakit ki göz, aklın aleti (vasıtası) olur, yükseği, alçağı o vakit anlar. Aklı ona temyiz kudreti bahşeder. Büyükle küçüğün derecesini o zaman anlar.
(SAYFA 148) Yanında her birinin rütbesi belli olur, gönlünde herkes derecesine göre bir yer tutar. Ondan evvel ki aklı ve temyizi yoktu, yanında müslümanla Yahudi farksızdı. Efendi, bey, dilenci hep eşitti. Cahille âlimi fark edemezdi.
3730
Sonra nazarında herkesin mertebesi belli oldu, hepsinin durum ve yerini anladı. Gerçi görünüşte gören gözdür. Fakat hakikâtte o görüş, aklındır. Evet, gören göz değildir, akıldır. Yün ile yeşim taşını temyiz eden akıldır. Beş duyu ki aklın aletleridir.
Bunları ve uzuvlarını nurlandıran akıldır. Vücutta akıl sultandır (hâkimdir), vücut ona esir bir alettir.
3735
Şu hâlde göze hâkim olan da akıldır. İyiyi kötüyü o alır, o satar. Akıllı, kendisinde aklın göründüğü, gafil de cehaletin göründüğü kimsedir. Bunun gibi, Hak da cana yakın olunca can da şüphesiz Hakk’ın vasıtası olur. Onun sözü, davranışı Hak’tan olur, ondan değil. O, Hakk’ın elinde alettir. Beş duyu, rahmanın nuruyla aydınlanır, gönlü de o sultanın tahtı olur.
3740
Öyleyse, Hüda’yı gönül ehlinin cisminden gör! Her ne kadar o cisimler unsurlar âleminden iseler de onların maddi unsurlarını, ucu bucağı bulunmayan bir derya üzerindeki saman çöpü kabul et! O saman çöpüne basma! (Yani ehlidilin maddiliğine bakma!) Yoksa baş aşağı denizin dibini boylarsın! Onu saman çöpü bilme, sonsuz derya bil! Tâ ki o derya sana sığınak olsun. Akıllının aklını yaptıklarından veya yapmadıklarından anlamaz mısın?
3745
Bunun gibi Cenabı Hakk’ı Hak erinden perdesiz görmelisin. Cenabı Peygamber aleyhisselam, buyurmuş oldukları şu hadisi şerifte birçok mana incileri delmiştir: “Mümin Allah’ın nuruyla görür.” Çünkü Hak müminden ayrılmaz. Şu hâlde, gören Hüda’dır, müminin gözü değil. “Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr.”5 Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’inde “Onu gözler göremez, hâlbuki o, gözleri görür” buyurdu.
3750
Herkesin idraki ondandır, kendinin değil, aklın varsa iyi anla! Hakk’ın nurunu velilerin cisimlerinde gör! Veliler bu yetkiyi ondan alırlar. Akıl istersen akıllılarla sohbet et! Daima onlarla otur, kalk! Tâ ki onların aklından senin de aklın artsın, onlardan duyduğun şeylerle değerlendirmelerin sağlam olsun. Ey Hak yolunun yolcusu! Eğer Hakk’ı istiyorsan daima yalvararak de ki:
3755
“Ya Rabbi! Beni lütfunla velilerinin sohbetine kavuştur, acilen yolumu doğrult! Tâ ki onlar vasıtasıyla muradım gerçekleşsin, beni bu vücut cisminden, bu tuzaktan kurtarsınlar, onların ilminden ilmim artsın, onların hoşgörüsüyle öfkem gitsin, onların nurundan bana da görüş nasip olsun, onların ebedi hayatından ben de pay sahibi olayım, (SAYFA 149) onlardan yola gitmeyi öğreneyim, şeklimden geçip baştanbaşa anlam olayım.
3760
O fırkadan renksizlik rengi kazanayım. Çünkü onların yolu renksizliktir. Cenabı Hak bir hadisi kudsisinde velileri hakkında “Benimle görür, benimle işitir, onların gözü de, kulağı da benim, canları benim nurumla aydınlanır.” buyurmadı mı?
Cenabı Peygamber de bir hadisi şerifinde buyurmadı mı ki: “Allah ile oturup kalkmak isteyen, sufilerle otursun kalksın.” Tâ ki biz de Hüda ile bir arada oturalım.
3765
Her kim Allah ile teklifsiz arkadaş olmak isterse, yol erinin hizmetine devam etsin. Saf kalpli sufilerle otur (tâ ki yakinen sevgiliyi bulasın). Çünkü Hak, cemalini onlardan gösterir. Onlarla sohbet, vuslatın ta kendisi olur. Öyleyse, bu sahih hadisi inkâr etme. O Hak dostu (veli) aynı nurdan ayrılmıştır. Dünyada iyi, kötü, gizli, açık hiçbir kimse Hakk’ın düşmanı değildir.
3770
Çünkü iyiyi, kötüyü, her şeyi yaratan onun cömertliğidir. Bütün varlık onun tezgâhında dokunmuştur. Kesin olarak bilinir ki her şeyi besleyen de odur. Gerek yerde gerek gökte beslemek işini, muhabbetin temelinin temeli bil, bundan dolayı genç ihtiyar, herkes ona âşıktır. Bu dünyada da hâl, öyle değil midir? Bir kimse sana yemek yedirse yahut birçok ikramda bulunsa onu candan sever, daima hayırla anarsın!
3775
Şu hâlde Cenabı Hak da kullarını besliyor, her biri, sofrasından türlü nimetler yiyor. Hepsinin varlığı ondandır ve bütün emelleri ondan hâsıl oluyor. Ona nasıl candan kul olmazlar? Bundan dolayı ona dünyada (kâinatta) hiçbir kimse düşman olamaz. Fakat bir kavim ki onun velilerine candan muhabbet etmezler, onlara Kur’an diliyle adüv (düşman) adı verildi, kâfir, murdar, müfsit vasıflarıyla yâd edildiler.
3780
Meskenleri cehennem olarak belirlendi. Orada acı veren bir azaba atılacaklardır. Bak! Onların Hak yanındaki özellikleri ne derecededir. Bunu kabul et, tereddüt etme! Evliyaullahı sevmek ve onlara düşmanlık etmek böyledir (yani iki hâli de gördün ve anladın). Bunun ayrıntısı açıklamalara sığmaz. Bahtiyardır o kimse ki veliler tarafına yönelir. Hak derman verirse dert kalmaz. Veliler, yüz bin yıllık ibadetin derecesini, isterlerse, bir kimseye bir nefeste kazandırırlar.
3785
Kendi ibadetini kazanç vasıtası bil! Kıyamette ibadetine göre ecir alırsın. Fakat Hak Teâlâ Hazretleri seni ona havale ederse bil ki ondan nihayetsiz hazine elde edersin! (SAYFA 150)
Aşığın sözü, insanı aşık eder. İnsan dağ kadar sağlam olsa, bir saman çöpü gibi kaldırır atar.
O zatın bu yönlendirmesini kabul ettim ve “Rebab”ın, Cenabı Hüdavendigâr’a mahsus ve ait olduğunu bildiğim için kitabıma Rebab ile başladım.
Yerin, göğün bütün zerreleri Cenabı Hakk’ı tespih etmektedirler.
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir.
Âdem evlatları yokluk âleminden varlık âlemine gelinceye kadar hatsiz hesapsız ve çeşit çeşit menzillerden geçmişlerdir.
Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.
Rüzgârın aslı sudur, sonunda gene su olacaktır. Bunun gibi sözün de aslı sudur.
Asıl farklılık, ruhlardadır, cisimlerde değil. Zira cisimler dört unsur ile var olur.
“Şüphesiz Allah işlerinize ve şekillerinize bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” hadisi şerifi hakkında.
Fikir amelden üstündür çünkü amel, vücut parçalarının işidir. Fikir ise kalp amelidir.
Evliyayı kiramın bakışları daima o nurdadır. Şu hâlde halka yönelttikleri bütün övgüler, hakikâtte Halık’adır.
Esas olmayan ve fani suretler ayna olursa, asıllar ve baki olan manaların da ayna olacakları apaçık ortadadır.
Bu dünya bazı insanlara göre yol göstericidir, bazılarına göre de yol kesicidir.
Bu âlem, her şeyi Allah’tan bilenler için hidayet ve vuslat vesilesi, Hak’tan bilmeyenler için dalalet ve ayrılık sebebidir.
Her neyi dost tutarsan taklitsiz, gayretsiz sen onun aynısısın ve onun cinsindensin! Çünkü cins, cinsi tarafına gitmeye çalışır.
Bu makale evvela şu hadisi şerifi tefsir edecektir: “Açlık, Allah’ın sıddıklarına ziyafetidir.” Onların vücutlarını açlıkla diriltir.
Evliyanın haddi aşması, isyanı, halkın itaatinden iyidir: Avam müminin işlediği birçok hayır, havasa nispetle günahtan sayılır.
Gerek beyaz gerek siyah dev insanın kendisindedir. Zina, adam öldürmek, haram yemek gibi şeyler siyah devlerdir. Bunları herkes görür ve bilir.
Ruhlar, cisimlerden önce Cenabı Hakk’ın rahmet deryasında balıklar gibi yaşamakta iken Hak Teâlâ Hazretleri “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendi.
Diğerleriyle birleşmese bile her harfin ayrı ayrı manası vardır. Eğer olmasaydı, Cenabı Hak Kur’an’da zikir buyurmazdı. Elif, lam, mim, ha, mim, yasin, kaf, sad, nun gibi.
Kutup, bir padişah gibi bütün komutanlarına, askerine, hizmetçi ve yakınlarına mal, mülk, vilayet, makam verdiği hâlde hiçbirinden bir şey almaz.
Alem yaratılmazdan evvel yalnız nur ve aydınlık vardı. Cenabı Hak murat buyurdu ki: “O nur açığa çıksın.”, o nurdan bu zulmet âlemini yarattı.
Cenabı Hak buyurdu ki: Ben bu katran gibi siyah deryadan öyle bir inci çıkaracağım ki o nurlu deryada böyle şerefli inci bulunmaz. Bu inci insandır.
Halkın ruhları demir, bakır, gümüş, altın madenleri gibi birbirinden farklıdır. Her ruh hangi madenden gelmişse, bu âlemde kendi cinsiyle bağ kurar.
Görünürdeki zevkler görünüşe düşkün olanların bu görünürdeki zevkten, manevi zevke geçebilmeleri içindir. Ama dış görünüşe bakmayan veliler her bir şeyi vasıtasız görürler ve bilirler.
Saadet o kimsenindir ki aklı emir, nefsi esirdir. Hüsran da bunun aksine olan kimsenindir. Gene saadet, aklı erkek, nefsi dişi olanlarındır.
“Mecburi ölümden evvel ölünüz” ki baki ve ebedi kalasınız. Bir varlık ki şeytandandır ve şehveti dünyayı artırır büyütür, nefistir.
Her kim ki ölmeden evvel ölmez ise onun hareket ve sözü tamamıyla kahrolası nefsin aletleridir. Çünkü o, Hakk’a karşı umursamazdır.
Hikmeti ehlinden gayrıya verme ki ona zulüm etmiş olursunuz. Ehli olanlardan da men etmeyin ki onlara (ehil olanlara) zulüm edersiniz.
Bahar; biçimsiz, renksiz, kokusuzdur. Fakat yüzünü bir parlattığı vakit yüz binlerce çeşit renk ve koku meydana gelir.
Adem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi.
Hak Teâlâ Hazretleri kendine âşıktır. Ona benzer kimse yok ki Hak Teâlâ Hazretleri ona baksın. Daima kendisiyle aşkbâzlık eder.
Dünyanın bütün işleri ve nimetleri çirkindir, sevimsizdir. Fakat çeşni ve lezzet aracılığıyla ayıpları örtülmektedir.
Dünyanın vefasızlığını ve çirkinliğini kesinlikle görmüş, anlamış olan âdemoğulları, gene ona meylederse biliniz ki o, mümin değildir.
Hak Teâlâ Hazretleri o cihanı kendi nurundan yarattı. O da Hak gibi baki ve sınırsızdır. O mana ve hikmet ki Âdem’in gelmesiyle açığa çıktı.
Veliler kaplara benzer. Aşk, marifet ve Hakk’ın yüzü, o kapların içinde bulunan şaraptır.
Mademki insan kendiyle sınırlıdır. Ondan Hak Teâlâ’nın razı olmadığı birçok fenalık ve haksızlıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Burada karar kılanlar ve bu hâle kanaat edenler ancak o hâletten nasip almamış olanlardır. Belki de o hâli ve o vakti inkâr bile ederler.
Evliyanın sohbeti insanı veli ettiği gibi, eşkiyanın sohbeti de eşkıya eder. Çünkü ruhlar birbirinden hırsızlık ederler, renk alırlar.
Yokluk (adem) iki türlüdür: Biri o ademdir ki onda hiçbir fayda yoktur, mutlak durgunluktur. Diğer bir adem (yokluk) vardır ki yok gibidir.
Hâlet üç çeşittir. Biri odur ki şahsa talepsiz ulaşır. Tekrar ister fakat yok olur. İkinci hâlet kişiye faydalıdır.
Faydasız sözler Hak eri için örtüdür, sıkıntıdır. Susmanın yüz binlerce üstünlüğü ve kârı ve sonsuz cihanı vardır (cihanlar değerindedir).
İnsan Hak aşkında kaybolduktan ve Hak’tan gayrısından temizlendikten sonra, artık onun cismine cisim deme! Her ne kadar cisim görünüyorsa da…
İyi kötü, güzel çirkin, saf tortu Hakk’a nispetle tek bir şeydir. Zira hepsi de onun kudret ve sanatının eseridir.
Mizan, semadan, arştan, kürsten daha yüksektir. Bunların hepsinin üstünde bir varlıktır. Çünkü iyi kötü her şey mizanla tartılır.
Hak Teâlâ Hazretleri halkı zulmetten yarattı. Zulmetten maksat, hayvani hayata sebep olan yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.
Halik Teâlâ Hazretleri her ne kadar yüz binlerce, belki sonsuz yaratıkları durmaksızın yaratmışsa da hakikâtte hepsini bir görmek lazım.
Halk, dört kısımdır. Bir kısmı onlardır ki Allah yolunda, Allah rızası için sıkıntı ve dert çekerler, müşahede ümidiyle gayret ederler.
Koku, menzile rehberdir. Nasıl ki kokusu kediyi ete götürür. Koku alma kabiliyeti olan kişi canın kokusundan cana erişir.
Dünyayı kötülemek de dünya sevgisinden doğar. Gerek övgü, gerek yergi yoluyla olsun bir şeyi çok zikretmek, ona olan sevgiden ileri gelir.
Ruh iki çeşittir: Biri rihî (hayvani), diğeri vahyîdir. Birinci ruh-ı hayvanîdir. Ruh-ı vahyî enbiya, evliya ve müminlerin ruhlarıdır.
Âlemde birçok şeyhler vardır ki onlara aldananlar pek çoktur. Riyakârlıkla, şekillerinin gösterişiyle kendilerine veli süsü verirler.
Hakk’ı, Hak eri tanır, ama o kimse ki elest ahdinde Hak’la tanışıklığı olmamıştır ve “Elestü bi rabbikum” sırlarını Hak’tan işitmemiştir…
Dünyanın ahirete göre zaman olarak öncelikli olmasının nedeni şudur ki zehrin sonunda bir şeker olsun da kıymetini bilsinler.
Bütün enbiya ve evliya, ahireti istemeye istekli ve ibadet ve taatle meşgul olunması gerektiği hakkında çok sözler söylemişlerdir.
El-müminûn lâ yemûtûne bel yunkalûne min dârin ilâ dârin” Meal-i şerifi: “Müminler ölmezler, belki bir evden bir eve nakil olunurlar”…
Bir şahsın rütbesi kemale erişince yerde, gökte, küfürde, dinde, insanda, cinde, dağda, taşta özetle her şeyde Hüda’dan başka birşey göremez.
Dünyada ilahi uygulama öyledir ki enbiya ve evliya Hak’tan ne isterlerse derhâl istedikleri yanlarında beliriverir.
Gerçi salih amel, talibi sonunda Hüda’ya eriştirir. Fakat şeyhin sohbeti ondan daha üstündür. Zira bu, daha çok ve daha iyi yetiştirir.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin ne âlemleri vardır ki bu âlem onlara nispetle bir zerredir. O sonsuz âlemleri Cenabı Hak evliyasına göstermiştir.
“O yolun nihayeti yoktur. Yol sensin ve senin için bir son vardır. Fakat eriştiğin zaman sende senlik kalmaz.”
Yıldızlarla ayın ve güneşin tesiri bir çırpıda gökten yere iniyor, doğmuşlar üzerinde tesirini gösteriyor.
Her kim âleme kendinden geçerek Hakk’ın nuruyla bakarsa, onun bu bakışı o cihana aittir. Sebep ve amaçla bakarsa, bu cihana ait olur.
İnsanda her şeye kabiliyet vardır; ilim, edep ve sanatları öğrenmek buna örnektir. Bu kabiliyet insanda potansiyel olarak vardır.
Şeyh, baş; müritler, organlar mesabesindedir. Organlar başa bağlı bulundukça ve baştan koparak ayrılmadıkça baş hükmündedirler.
Bir cinsten olan şeylerin çokça olması, ikiliğe neden olmaz. Şeriatların farklılığı, enbiyanın özelliklerinin farklılığındandır.
Halk iki kısımdır. Bir kısmı aslen kördür. Bir kısmı kör değil ama kötüye kullanma yüzünden gözlerinde güçsüzlük ortaya çıkmıştır.
İnsan yüz binlerce iş ve uğraşıdan sonra Hakk’a vasıl olduğu zaman gördü ki o ibadetler, kendisine erişen hediyelere nispetle hiçtir.
Kabiliyetli (veya ikballi) talebe, üstat gibi olur. Çünkü üstadının ilmini tamamen öğrenmiştir. Onun mertebesine erişmiştir.
Bu dünyada itaat ve suçtan, hayır ve şerden neye gayret edersen, onlar tohum değerindedir ki orada bitecektir.
Her ne kadar evliyaullahın sözleri zahir ehlinin sözlerine benzerse de, onlarda bir takım sırlar vardır ki zahir ehlinin sözlerinde yoktur.
Âşıklar nezdinde sıkıntı, rahattır; rahat da sıkıntıdır. Onların hâli halkın aksinedir. Kutup olan şeyh, yerde, göklerde Allah’ın halifesidir.
O şeyhle (yakin), o müritler (hüsnüzanlar), her dönem bakidirler. Fakat suretleri değişkendir, anlamları sonsuza değin ayakta kalacaktır.
Aklen mümkün olmayanları inkâr ederler, imkânsızlığına emindirler. Çünkü kendilerinden ve beşeriyetten geçememişlerdir.
Aletten, iyi kötü ne gibi fiil meydana gelirse, hakikâtte o iş, aleti kullanan şahsın işidir ve ondan sudur etmiştir.
Vasıl-ı ilallah olan veli, zaman zaman halk ile meşgul olup halkın gönlünden geçenleri söylerler; ne yediğin, ne yapacağın…
Hülâsa, Hüda’yı görenler yalnız Hüda’yı görür. Hüda’yı tanımayanlar yüzlerce, binlerce muhtelif şeyler görür.
Hakk’ı görmenin sonu yoktur, taliplere her an yüzü ve tecellisi erişir. Hüda’dan görmeyi dilerse, onda daha başka çeşit görmeler de vardır.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün lütuf ve merhamettir. Zahirde kahır ve mihnet görünen şeyler de hakikâtte lütuf ve merhamettir.
“İnsanları emel orağıyla biçiyorum ki ruhları bu aşağılık âlemden kurtularak semaya çıksın ve nuruma karışsın. Bundan büyük fayda olur mu?”
İnsanın kadri, mertebesi talebine göredir. Her kim aradığını heyecanla talep ederse mertebesi o nispette fazlalaşır.
Bütün şekiller ve özelikler ilm-i ilahide vardır. Bundan dolayı, talibe lazımdır ki şekil ve özelliklerden geçerek aslına dönsün.
Onun mülkünün hududu yoktur. Mülk nedir ki onda ehadden başka şey yoktur. Melekler bundan dolayı ona secde ederler.
Âşığın aşkı kemalini bulduğu vakit arada ikilik kalmaz . Nitekim bir şair demiştir:“Ben aşığım, maşukum da kendimdir.”
İmanın aslı ancak zevk ve mesttir. Bir zahit ki imanından zevk duymuyor, onu ölü say! Her ne kadar diri görünse de.
“Sana mihnet, acı ve sevimsiz görünen her şey, cennetin dikenli yoludur; tatlı, hoş ve güzel görünen şeyler de cehenneme doğru giden yoldur.”
Küfür ile imanı, biri karanlıkla, diğeri nurla dolu iki testi farz et. Biri eğri yol, biri doğru. Biri hatanın ta kendisi, diğeri sırf sevap.
Hak Teâlâ Hazretleri bütün âlemleri Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine yarattı ki “levlake lema halektel eflak” bunun delilidir.
Hak isteklisi için ilk yapılacak iş, kalbini nurlandırmaktır. “Yekâdu zeytuhâ yudîu” mantık-ı şerifince müminin kalbi zeyt gibidir.
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse görülür ki hepsi bir sözdür.
Nefis, düşmandır. Onu öldürmek, kahretmek talibin yapabileceği bir iş değildir. Onu öldürmek, ancak Hüda’nın yardımıyla mümkün olur.
Yerle gök, yerle gökte bulunan bütün âlem parçaları, Hakk’ın aletleridir. Hak Teâlâ ne isterse o olurlar, ne emrederse onu yaparlar.
İnsan, kendinden sefer ederek varlığından geçtiği zaman anlar ki evvelki varlık sonraki varlığın perdesi imiş.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin âlemden maksudu âdemdi. Âlemi, âdem için yarattı. Şu hâlde âdem evvel, âlem sonra mevcut olmuş olur.
Az olursa damla, çok olur da akarsa çay, daha çok olursa fırat, daha çok olursa ceyhun, hadsiz payansız olursa derya denir.
Zikri çoğalttığında birçok şahısları bir araya toplamış gibi olursun. Şüphesizdir ki cemaatin bulunduğu yerde rahmet ve sevap da ziyade olur.
İlmi yüzünden okuyan bir okuyucu, onun mana ve sırrından habersizdir, okuduğu sözler ve ibarelerden hiç zevk duymaz.
Allah-ı Teâlâ’nın bir sofrası vardır ki onun mislini ne gözler gördü, ne kulaklar duydu ne de bir insanın hatır ve hayalinden geçti.
Hak yolunda esas, derttir, aşk-ı sadıktır, engelleri ancak bunlar kaldırabilir. Nerede dert var ise, derman oraya gider.
“Sizin bu fani ve sahte mallarınızı ve nefislerinizi ben satın aldım. Mukabilinde size müebbet cennet verdim.”
Sen cisimlerdeki can gibisin. İhsan da senden, şükür de. Her ikisinin de şeker gibi tatlı olması yine sendendir.
Kul, kaderin sırrına vakıf olursa, kendine isabet eden her şeyi Allah’tan bilir. “Sana isabet eden iyilik Alah’tan, kötülük kendindendir.”
Gözle görülen âlem gerçekte yoktur, yokluktur. Bakışlarla görülmeyen ve yok olan kudret ve mana âlemi ise vardır, mevcuttur.
Ruhun ıztırabı Hak’tan ayrı düşmesindendir. Bundan gafil olan insanlar dünya işlerine önem verirler. Fakat sıkıntıdan kurtulamazlar.
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Merdan-ı Hüda’yı tanımak, Hüda’yı tanımaktan daha zordur. Çünkü Hak Teâlâ Hazretleri bütün mevcudatın sanatkârıdır.